16 Ağustos 2009 Pazar

Uyu yavrum uyu !

Sıradan bir Broadway akşamı. Şovlar dağıldı evli evine, zengini oteline dönmeye başladı :). Atılan ikinci-üçüncü turdan sonra artık Times meydanındaki kalabalık azalmaya başladı. Son demler yani anlayacağınız...

Saat gece 11.30 cıvarı Little Marmaid adlı şovun önünden geçiyordum. Üstlerinde salaş t-shirt bulunan sanki gündelik ev kıyafetleriyle dolaşan bir çift, tıkanmış trafiğin içinde iki arabanın arasından geçerken bana el kaldırdı. Bende tabi zınk diye arabaların arasından yanlarına kadar uzandım.

Baktım bir anne,baba ve babanın kucağında 1 yaşında bir çocuk. Anne "Gezdir bizi kafana göre" dedi. "Şöyle bir yarım saat dolaşalım şu velet uyuyana kadar..."

İşin rengi az sonra ortaya çıkmıştı. Otel odalarında uyumaya hazırlanan çift bir türlü uyumak istemeyen, huysuzlanan ve bağırıp çağıran çocuklarına yenik düşmüş ve kendilerini o halde otelden dışarı bırakmışlardı.

İyi ama bu gürültüde, bu ışık yoğunluğunda ve trafikte ben onu nasıl uyutacaktım? :)

Elbette onlara böyle demedim :) "Oturun,oturun temiz hava,hafif rüzgar ve ışıklar onu hemen uykuya daldırır" dedim :). Başladık dolaşmaya. Aksilik o ya ben inadına sessizlik aradıkça ara sokaklara daldıkça aksine gürültü ve patırtı ile karşılaştım. Sessiz ve karanlık diye daldığım her sokakta bir kazı çalışması vardı. "Bam,bam,bam" "Kim,küm,küm" beni bile uyutmayacak seviyede gürültü ile karşılaşıyorduk. Ben yine de tüm dikkatimi göstererek, yavaş yavaş, sakince yola devam ediyordum. Hatta bazen pedicab in de müzik sistemi olan ve son ses açmış gelen sürücüleri bile uyarıp ses kıstırıyordum. Çocuk arada bir gözlerini kapıyor uykuya gidip gelmek arasında dolanıp duruyordu. En sonunda uyudu. Anne "hadi dönelim" dedi. Mecbur Times meydanından geçtik. gürültü,patırtı,kornalar gırla... En son tam otelin köşesine gelmişken yolun sol tarafında kalmıştım yavaş gitmekten ve sağa doğru dönmem gerekiyordu. En güvenli şekilde olsun istediğimden yola atlamadım ve kavşağın kenarında durdum ve kırmızı ışığın yanmasını bekledim. O sırada polis demesin mi "Sen ne yapmaya çalışıyorsun, yürüsene" diye. Daha derdimi anlatamadan bir sürü zılgıt yedim üstüne :) Olayı germemek için "tamam tamam gidiyorum" desem de tam ilerlerken söylediği bir şey beni sinirlendirdi ; " Arkanda ufacık bebek var dikkat etsene!"... Ben sanki yarım saattir başka bir şey için didiniyorum...

Neyse sağ salim geldik yeniden başladığımız yere. Çocuk çoktan hayaller aleminde. Dikkatli bir şekilde indirdim onları ve onca gürültüyü alaya alarak kısık bir sesle aman çocuk uyanmasın havalarında " iyi geceler" dedim :)

Bunca işin gücün arasında bir çocuk uyutmadığımız eksikti :) O da oldu. Artık bakıcılıkta da deneyimim var diyebilirim :)

13 Ağustos 2009 Perşembe

Niagara Falls

Yaklaşık 1.5 yıldır buralardayız ancak doğru düzgün bir yerleri gezememekten hep şikayetçiydik. Bu durumu biraz değiştirelim istedik ve bizim patronun Kanada'ya dönüyor olmasını fırsat bilerek hem ona eşlik edelim hem de Amerika - Kanada sınırındaki meşhur niagara şelalesini ziyaret edelim istedik.

Pazartesi günü herkesin boş günü olması vesilesiyle ve işlerin genelde durgun olmasını fırsat bilerek bir de güzel araba kiralayıp düştük yollara. Aklımızda ufak bir araba kiralayıp işi ucuza getirmek vardı ancak kiralanan araba garajımızın önüne gelince hem güzelliğine şaşırdık hem de fiyatına :)

işte kiraladığımız araba Toyota Highlander v6 marka jip.



Yol boyunca nerdeyse herkes arabayı sürdü diyebilirim. Ehliyetim olmadığından ben arabayı park kapsamı dahilinde sürdüm ama yine de sürdüm :) Bu güzel arabanın sürücü koltuğuna oturmadan gitmek olmazdı :)



Yolculuğumuz sabahın 7 sinde başladı. Aslında daha erken çıkmayı düşünüyorduk ama uyanamadık :) Yolun 6 saat süreceği söyleniyordu ama her istasyonda durup birşeyler atıştırdığımızdan, sürücü değiştirdiğimizden ve çöle düşmüş fakirler gibi durmadan benzin içen arabamızı doyurduğumuzdan 9 saatte zor gittiğimizi söyleyebilirim :)

Keyifli bir yolculuk oldu yinede. Sohbet muhabbet yol aldık. Bu arada Serhat Bufallo'nun yakınlarında Darien Lake adlı eğlence parkında çalışan arkadaşlarının olduğunu söyledi. Biz de niagara ya gitmeden önce oraya uğrayalım dedik.

Vardığımızda akşam üstü olmuştu bile. Serhat'ın arkadaşı bize bedava giriş bileti ayarladı ve içeride ne var ne yok ise saldırdık :) Trenler ilgi odağımızdı tabii ki. Bazı arkadaşlar henüz bu havada dönen abuk sabuk hareketler yapan trenlerin tadına bakmamıştı. Çok keyifli, bir o kadar da baş döndürücü bir aktivite oldu :)





Elbette park sadece trenlerden ibaret değil. Daha coşkulu ve tırstırıcı şeylerde vardı. Mesela aşağıda gördüğünüz alet tek kişiyi veya iki kişiyi iki direğin arasında top gibi bir yukarı bir aşağı zıplatıyordu. Bunu yapmayı gözüm yemedi açıkcası :)



Parkta iki saat kadar vakit harcadıktan sonra artık şelaleye doğru gitmemizin gerektiğinin farkına vardık ve parktan ayrıldık. Bu harcadığımız iki saatten dolayı Niagara'yı gündüz gözüyle görme imkanını bulamadık. Vardığımızda akşam 9 du ve hava henüz kararmıştı. Ancak yine de akşam da Niagara'yı izlemek güzeldi. Asıl manzara zaten Kanada tarafından gözlemleniyor. Amerika tarafından görülen kısmı biraz daha sönük diyebiliriz.



Sürekli renkleri değişen ışıklar ile donatmışlar şelalenin etrafını. Değişen her renkte manzaradan alınan keyifte değişiyordu.





İşte bu da Amerika'yı Kanada'ya bağlayan köprü. Hani yanlışlıkla girdiğinizde saatlerce sorguya tutulup vizeniz yoksa Amerika'ya geri giriş yapamayacağınız yer :D. O kadar yakın yapılmış ki yanlışlıkla geçilmeye çok müsait. Bizim arabayı park ettiğimiz yerdeki yarım duvarın arkasında polisler ve görevliler varmış o kadar yani.



Niagara'da 1 saat geçirdikten sonra yeniden düştük yollara. Çok bir vakit ayıramadık belki ama yine de güzeldi. 8 saat süren bir yolculuğun ardından 27 saat uykusuz kalmış bir halde Manhattan'a geldik ve tabiri caiz ise yığıldık :D. Hala daha uyku düzenim yerine gelmedi diyebilirim. Ancak yine de değerdi diyorum :) Belki de bir daha görmek nasip olmayacaktı...