28 Haziran 2008 Cumartesi

Central park

Ve işte sonunda şu meşhur central park a adımımı attım. Central Park'ın girişinden içeri adım attığınız anda sanki amazon ormanlarının sessizliği sizi sarıyor. Şehiden çıkıp ap ayrı bir dünyanın içine girmiş gibi oluyorsunuz. Kuş sesleri, mis gibi kokan çiçekler, tertemiz yollar sizi alıp götürüyor. Aslında daha parkın tamamını görme imkanım olmadı. Küçük tur yolunu yaptım ama o bile parkın güzelliğinden bir damla almaya yetti doğrusu.

Parkın içinde kocaman iki adet baseball sahası bulunuyor. İnsanlar buraya gelip diledikleri gibi oynayıp antrenman yapıyorlar. Koşanlar mı ararsınız, bisiklete binenler mi arasınız yoksa yürüyüş yapanlar mı? Herşey var bu parkta...

Parkı gezerken çeşit çeşit heykellere rastlıyorsunuz. Bir çok olayın ve kişinin anısına dikilmiş bu heykelleri tanımya çalışıyorum şu anda çünkü cental park ta bisiklet turu vrdiğinizde bunları anlatmak durumundasınız. Internet sağolsun birşeyler yapmaya çelışıyoruz işte :)

Buraya fotoğraf ekleyebilmeyi o güzelliği sizlere gösterebilmeyi çok isterdim ama bekleyin biraz daha bekleyin. Ayın 11 inde şu iphone2 yi alayım o zaman fotoğraflara boğacağım sizleri :).

26 Haziran 2008 Perşembe

Şehir izlenimleri

Merhaba dostlar,

Birazda sizlerle new york u paylaşmak istiyorum.

Havalimanından ilk dışarı adımımı attığımda biraz hayatl kırıklığı oldu doğrusu. İstanbuldan farksızdı sanki. Her yer toz pislik içinde her tarafta inşaat artıkları yapım çalışmaları falan.

Bindiğim servis otobüsüde 50 senelik çok enteresan bir otobüstü ama öyle bir gidişi vardı ki helal olsun dedirtiyordu.

Bana hep derlerdi. Amerikanlarda şu mantık vardır : "çalışıyorsa elleme". Gerçekten aynen öyle. Bunu her baktığınız yerde görebiliyorsunuz. Metroya bindim. Metronun tavanları her durakta kabarmış ve dökülüyor. Sokaklarda yol kenarları toz toprak pislik içinde. Adamlar gerçekten bir şey çalışıyorsa, işliyorsa hiç dokunmuyorlar :). 100 yıl önce bi metro yapmışlar hala sapasağlam çalışıyor ve şehrin tüm yükünü alıyor. Tabii yüzüne bakan yok o ayrı :)

Buralarda yemek yemekte zor be dostlarım. Köşe başı arabacılara talim ediyoruz şu sıralar. Fas'lı adamdan limonata alıyoruz. Mısır'lı adamdan abuk sabuk bir shish kebap yiyoruz :). Annemin yemeklerini çok arayacağım gibi görünüyor :D.

Buranın kültürü de bir acayip. Kurallar tavizsiz uygulanıyor. Polisin inanılmaz bir yetkisi var. Şehrin patronu olmuşlar sanki.

Burada sokakta gördüğünüz minik çocukları sevemiyorsunuz. Anne çocuk istismarı diye bir bağırırsa yandınız. Hemen alıp götürüyorlar ve bir daha kendinize gelemiyorsunuz. Yalan söyleyen haklı bile olsa ufak bile olsa en ağır cezalara çarptılıyor.

Bizim devlet dairelerine laf atardık ama buradakileri gördükten sonra öpüpte başımıza koyalım diyorum. 10 kişilik bir sigorta alma numarası 1 saat 15 dakikda geliyor. Veznedeki kadın 150 kilo bir vatandaş oluyor, sandalyeye yerleşmek için hopladığında tüm yağlarının dans ettiğini görebiliyorsuuz ve kadının fotokopi makinesine gitmesi 5 dakika sürüyor :D.

Çok enteresan bir ülke ya. Aslında çok söylenecek şey varda uykum geldi :)

Yine yazarım.Görüşümek üzere :D

İlk günler

Sevgili dostlarım,

Bu sayfayı günlük olarak güncellemeyi düşünsemde çalışma hayatı ve yaşananlar bunu imkansız kıldı. Şu anda saat sabahın 3 ü ve ben ancak internet ile buluştum.ayrıca yatmak istiyorum :D

Hemen ilk iş günümden bahsedeyim sizlere. Bildiğiniz üzere bisikletli taksi işini yapmaya çalışıyorum burada.New york sokaklarında bir yukarı bir aşağı tepmeye başladık yolları. Ama kardeşim insanın ilk gününde yoldayken şakır şakır yağmur yağar mı? Yağdı valla. Sırıl sıklam oldum. Herkes içerilere kaçıştı hiç bir şey yapamadım. E tabii ne yol biliyoruz ne yordam. Yalnızca öylesine dolaşıyordum new york sokaklarında.

İlk günüm doğal olaraktan rezalet geçti. 9 saat bisiklete binmeme rağmen yalnızca iki müşteri alabilmiş ve 35$ kazanabilmiştim. Yüzüm asıldı biraz tabii ki ama ne de olsa bu bir başlangıçtı. En büyük sevincim dizimin sorun çıkartmamasıydı.

Bir yandan işimi çok iyi yapmayı isterken bir yandan da hiç bir yeri bilmeyen, hiç bir adresi tanımayan bir taksi şöförü olmak heyecan yaşatıyor tabii ki insana. Düşünsenize bir taksiye biniyorsunuz ama adam hiç bir yryolu bilmiyor. Ne kadar ridici bir durum.

Sorun yaşanmadı mı yaşandı tabii ki. İkinci gün ilk günden daha beter oldu. Kadının biri beni çevirdi ve 15 dakika içinde deniz otobüsüne yetişmem gerek dedi. Çıktık yola. Ben tabi yol bilmem iz bilmem :D. Sokak adresine göre gidiyorum. Tam gaz Allah ne verdiyse yüklendim.Sokağı tutturdum neyse ki ama öyle bir trafiğin içine soktum ki kadını kadın feribotu kaçırdı :D. Sorry morry idare ettik durumu napalım :)

İkinci gün ilk günden daha beterdi işte. Yalnızca 20$ ile kapattık günü. Bu bende moral bozukluğu yaratmadı değil. Nereye gidiyoruz diye düşündüm bir an.

İşimde üçüncü gün yani bugün de benzer şekilde başladı. Sabah 11.30 dan akşam 5.30 a kadar bisiket üzerindeydim. Çıldırmak üzereydim. Çünkü herkes bir yerlerden yolcu alıyor ama ben bir türlü yolcu bulamıyordum. Çektim arabada yemek satan bir Fas'lının yanına. Oturdum arka koltuğa yemek yerken düşündüm. Ben niye yanlış yapıyorum? O anda yanımdan gene yolcu almış bir bisikletli taksi(pedicab) geçti. Sinirlendim. Ulen bu herifler kadar olamayacak mıyım dedim. Hızla yedim ve yeniden yollara düştüm. Bir otel yakaladım. Önünde bekledim bir müddet. İş çıkar gibi oldu ama çıkmadı. Sonra bir arkadaş beni uyardı. Işıksız çıkanlara ceza kesiliyormuş. Hemen garaja dönüp ışığı aldım. Aslında çıkmayacaktım. Ama oturup napcam çıkayım dedim. İyi ki de çıkmışım. Herşey bir çorap söküğü gibi geldi. Tiffany nin önünden bir yolcu aldım ve istediği yere götürdüm. indiği yerde biri daha binmek istedi onuda aldım. Götürdüm.Geri gelirken bir daha..bir daha... bir daha...

Canım çıktı doğrusu. 9-10 saat bisiklet kullandım. Ama üçüncü günümde 180$ kazanmayı başardım. Bu çok güzel bir duygu. Şu an yorgunluğumu unutmuş vaziyetteyim valla. Michelle'e Dee'ye, Amanda'ya , bostonlu ve new jersey'li şişman arkadaşlara ve tavern on green deki zengin dostlara paralarını benimle paylaştıkları için teşekkür ediyorum :D

İşimdeki ilk 3 günün kısaca özeti bu şekilde. Keşke fırsat bulabilsem de burada yaşadığım enteresan ve değişik olayları sizlere aktarabilsem.

Yeniden görüşmek üzere. Şimdilik bye :)

23 Haziran 2008 Pazartesi

Amerika'ya gidiyorum..

Anam bu ne kalabalık. Ben gidiyorum diye millet bayram mı ediyor yoksa?

Yok yok bunlarda olsa olsa türkiye'nin galibiyetine seviniyorlardır. tıpkı benim gibi :)

Mis gibi maçımızı izledik tophanenin yumuşak puf puflarında. Maç pek zevkli değildi ve uzatmalara kalmıştı. Benim aklım uçağa nasıl gideceğimde olduğundan pek fazla konsantre olamadım maça. O kadar güzel bir plan yapmışız ki hava alanına gidiş şansım neredeyse hiç kalmamıştı :). Tam o sırada uzatmaların sonunda gelen gollerle unuttuk gerçi herşeyi. Penaltıların keyfini çıkarttık. Havalara uçtuk kazanınca. Sevinç görülmeye değerdi doğrusu. Herkes Taksim'e hücum etti. Ama, ama oraya gitmeyin ben ordan havaş ile havaalanına gideceğim. O yol kapanırsa nasıl giderim!

Valla kapandı :d. Normal sonuç yani. Tarihde bir ilk gerçekleştirilmiş. Napim bende oturdum sevindim onlarla birlikte :D. Havaş otobüsü tarlabaşında takılmış kalmış. 1 saat geçmesine rağmen gelemedi. Kurnaz taksiciler iş başında tabi, herkese sürekli olarak cazip teklifler sunuyorlar. Valla en sonunda 4 kişi toplayıp taksi yaptık mecburen. Yoksa bu sevinç ile ben 4 saat kalmış uçağımı bile kaçırırdım :)

havaalanında baya bekledim.Yaklaşık 2 saat kadar. Oturduğum koltukta uyukluyordum. Uyuma oğlum diyordum kendime. Biliyorum çünkü kendimi bi uyursam kesin uyuyakalı kaçırırım bu uçağı :D.

Neyseki korktuğum olmadı sağ salim bindim uçağa. Pilot harikaydı. O kadar güzel kalktı ki pissten hiç içim dışıma çıkmadı. Hedef Amsterdam dı. Bir aktarma ile amerika yolculuğu devam edecekti. 3 saatlik kısa bir yolculuktu.

Shimpol havalimanı gerçekten çok güzeldi.Havalimanı değil sanki akmerkez mübarek. Çoğu millet indiği gibi uçaktan alışverişe koştu. Gerçekten çok güzel ürünler vardı ama genelde hollanda milli takımının ürünleriydi ama güzeldi.

Biz de malum Türkiye maçını izleyip gelmişiz. Üzerimizde bas bas Türkiye diye bağıran bir t-shirt olunca herkesin ilgi odağı olduk. Türkler zaten hiç selam vermeden geçmedi.Biri soldan "yakışır sana,yakışır o forma" dedi.Baktım o da giymiş.Selamlaştık :). Havalimanı görevlileri de beden dili ve basit ingilizce kelimelerle sempatilerini eksik etmediler sağolsunlar :)

Amsterdam-New york arası 7.5 saat. Bu seferki pilotu beğenmedim. Havalanırken bir sağ sol yaptı korkuttu beni :). New york yolları taştan galiba. Uçuş sırasında hep titredi uçak. Bir ara içim dışıma çıkıyordu :).

Dedim 7 saat rahat rahat uyurum şimdi ohh.Nerdee öyle olmadı. Adamlar dakka başı birşeyler getiriyor yahu. Tam uykuya dalacağım pat meyva suyu geliyor. Eee ikrama hayır demek olmaz. Prensiplerimize aykırı ( max. zarar politikası :)). Meyva suyu gitti ardından mis gibi kokular gelmeye başladı. Üstünden çok geçmedi top kılıklı bir herif geldi "chicken or beef" dedi. Dedim ohh midemiz biraz bayram edecek hih hih hih. Beef dedik hadi türk usulüne yakın olsun. Paketi bir aldık asian food service yazıyor :D. Allah! asya usulü bir şeyler çaktılar bana valla :D . Su içinde yüzen bir et ile bean salad + limonlu mango tatlısı. Hayatımda hiç tadını bilmediğim yemekler önümde. Et ve salatayı pek beğenmedim de mango tatlısı harbiden güzeldi. Onlar gitti kahve çay geldi. Ardından soslu badem ve meyva suyu gene. Sonra su dağıttılar anlayacağınız bir türlü uyutmadılar :)

Veee işte new york göründü. beceriksiz pilotumuz gene bol miktarda sağ sol yaparak gıcık etti beni.Ama neyseki sağ salim indirdi de rahatladık. Huyunu suyunu, adresini şusunu busunu hiç bilmediğim bir şehre adım attım işte.

havalimanında beni karşılayıp verdiğim adrese götüreceğini söyleyen danışmanlık şirketim yalan oldu tabi. Bekliyordum böyle bir şeyi. Ne bekleyen vardı ne bir şey. Amann dedim. Allah'a şükür aklım fikrim yerinde. Bastım çıktım havalimanından. Merkeze giden otobüslere bindim. 15$ şarj olduk tabi anında :D. Bindiğim otobüs o kadar eski püskü birşey di ki anlatamam. Ama şöför manyak kafa bir elemandı :D. Her anonsu kırıp geçiriyordu otobüstekileri. Galiba transformerstan fazla etkilenmiş.Kendini megatron sanıyordu :D. Ama öyle bir "hold your tickets in hands, in hands!, ordered by megatrone" dedi ki sanki filmdeki o karakteri sanki o seslendirmiş gibi benziyordu sesi.

Eh ilk izlenimlerimizi almaya başladık. Şunu gördüm ki otobüs veya minibüs davranışları nereye giderseniz gidin aynı. Herifin otobüsü doldurmak için gitmediği uçuş çıkışı kalmadı. 1 saatte anca geldik Manhattan'a.

Saat oldu 7. Manhattan'ın orta yerlerinde bir yerde indirdiler herkesi. Başka bir servis ile gideceğim yerin(52. sokak) yakınına kadar(49.sokak) ulaştım. Valla gerisi 3 bavulla 3 sokak ve 3 cadde yürümeye baktı. Sonunda ufukta kapı önüne park etmiş bir pedicab göründü. İçim rahatladı. Mekanı bulmuştum :)

Hemen İrfan Abi'yi buldum.Tanıştık, konuştuk güzelcene. Sağolsun sürekli birşeyler ikram etti. etrafı tanımaya çalıştım. Bu arada sürekli pedicabcileri gelip gidiyorlardı garaja. Zencisi, rusu, türkü karışık. O gün bitmek bilmedi. 7 saat geriye gelmiş olmanın verdiği dezavantaj ile baya yorulduğumu hissettim. Saat gece 2 gibi kapadık dükkanı ve eve geldik.

Evimiz brooklyn de. Gerçekten güzel bir ev. iki katlı bahçeli temiz bir yer. Kafamı yastığa koyar koymaz uyumuşum.

İşte amerikadaki ilk günüm böyle geçti. Başka bir şehirde. Bilinmeyenin içinde yeni bir maceranın başlangıcını yaptık. Allah sonumuzu hayır etsin bakalım :)