29 Nisan 2009 Çarşamba

California 3. gün

Gözlerimi açıyorum, sabah olup olmadığını anlayabilmek amacıyla hafif aralık bıraktığım perdenin arasından uyku gözlerle bakıyorum. Hava hala karanlık. Sonra nerden estiyse birde saate bakıyorum. Gözlerim açılıyor bir anda. Saat çoktan 7 olmuş...

Hemen fırlıyorum yataktan kapıyı açıp dışarı bakıyorum. Tüm bulutlar sanki yorgunluktan kendini şehrin üstüne bırakmış. 10 metre ötesi sisten görünmüyor...

Hemen hazırlandım çıktım çünkü yarışım saat 8 de başlayacaktı. Taksi çağırmayı düşündüm ancak vazgeçtim. Hem 25 dolar yüzünden hem de yarıştan önce ısınamayacağım için. Direk binerek gitmeye karar verdim hem ısınırım diye düştüm yollara.

(fotoğraf son gün çekildi :))



Yine küfür ede ede çıktım tabi yokuşları :) Üstelik bu sefer soğuktu ve nemden ıslanıyordum. Yetiştim starta. Start planları gerçekten çok güzeldi. Her kategorinin bayrakçısı var yarıştan önce ilgili bayrağın altında toplanıyor yarışçılar. Vakit geldikçe bayrakçı eşliğinde starta gidiyorsun ve startını veriyorlar.

Bismillah diyip başladık bir maceraya daha. Parkuru neredeyse hiç bilmiyorum. Çok az bir kısmını dolaşma imkanı buldum. Gözü kara gidiyoruz işte milletle birlikte :). Olay tamamen hislerime ve yeteneklerime kalmış artık. Düşeriz kalkarız ama bitirirz herhalde sonunda derken nefes nefese kalmaya başladık bile :)



Kısa bir asfalttan sonra atıldık toprak yollara. Parkur gerçekten çok güzel başladı. Bir yerden sonra bir bisikletin geçebileceği çok uzun bir single track e girdik. İnanılmaz keyifliydi. Bir sağ bir sol dönüyor hafif iniyor hafif çıkıyorduk. Bir yerden sonra tadı kaçtı çünkü önümdeki beni baya bir yavaşlattı yol bitene kadar. Geçebilecek kadar yer yoktu çünkü.

Sonra çıkışlara vurduk kendimizi. Sağlam tırmanışlarda vardı. Çok uzun olmasalarda dikliği yerindeydi. Belli bir zaman sonra tabii grup içinde benzer güçlere sahip olanlar kümelenmeye başladı. Bende 5-6 kişilik bir grubun içine girdim. Bir ben bir onlar geçiyordu. Bu kısımda zevkliydi :). Zirveye geldiğimizi hissettiğim anda ben daha çok yüklendim ve inişe önde girdim. Akılılık yapacaz ya :) İnişin nasıl bir yol olduğunu biliyormuş gibi atladık önden :). Oldukça dik bir iniş karşıladı beni ama düz görünüyordu. Ehh dedim bişey olmaz saldık aşağı. Meğersem taaa en aşağıya kadar kum havuzuymuş :) Tekerlekler bir sağa bir sola kaya kaya zor zar indim. Bu arada işi bilenler yetişti tabi :) ama ben onlara pabuç bırakır mıyım hayır :)




Güzel manzaralar eşliğinde parkur bir indi bir çıktı. Normal bizim yarışlar gibi değildi 25 kilometre ve tek tur üzerindendi. Aslında bu durum daha zevkli kıldı yarışı güzeldi sürekli başka bir yer görmek farklı bir inişi denemek daha güzel.

Ancak jel memleketinde yaşayan ben yanıma jel almadığım için 1 saat sonra kesildim :). Dil dışarı çıkmaya başladı. 1-2 kişiye geçildim. Valla artık halim kalmamıştı onların peşinden koşmaya bıraktım kendi hallerine :).

Son kilometrelere doğru en dik çıkışta seyirciler karşıladı bizi. Aralarında da ponpon kızlar :D. Baktım gelenlere destek çıkıyorlar bakayım şöyle sert,hızlı bir çıkış yapayım ne yapacaklar dedim yüklendim pedallara. Ayağa kalkıp hızımı arttırdım öndekilere yetiştim ve geçtim iki kişiyi. Coştular. Birşeyler söylediler ama anlamadım :D Son anda birisi "hadi bu çıkış son sonra finiş geliyor" dedi. Onu duyunca bende tempoya devam ettim. Finiş alanına doğru birini daha yakladım. Adam biraz heyecan yaptı. Hafif eğimli tek bisikletin gidebileceği yolda karşısına çıkan virajda şaşırdı yere yapıştı :D. Ama geçemedim çünkü yolu tamamen kapamıştı. Sonradan yine bindi ve gitti bende fazla zorlamadım. Zaten birinci olacağımız yok bişey fark etmez dedim :D. Güzelcene finişimizi yaptık. Finişten geçerken bir adam adımı anons etti ve bravo çok güzel derece dedi alkışlandık falan. O an Muammer'in dünya kupası macerası aklıma geldi :D. Şimdi seni daha iyi anlıyorum Muam :D.




Hayret ettim ki hiç bilmeden girdiğim bir parkuru düşmeden tamamladım :D. Hiç bilmeden girdiğim jel almayı unuttuğum, sabah 15 km pedallamak zorunda kaldığım bir yarış için 50 kişiden 16. lık benim için fena değil. Zaten zevkine girmiştim.

Sonrasında durmak yok elbette. Yine fuar alanı markalar ve yarışlar. Bir çok değişik bisiklet yarışı seyrettim. Doğrusu içim gitti onlara da katılmak istedim. Canım sıkıldıkça fuar alanındaki bedava enerji içeceklerden içiyordum, acıktıkça media center a gidip birşeyler yiyordum :)




Saatler çok hızlı geçiyordu. Hemencecik saat 6 oldu bile. Fuar kapandı otele döndüm. Aslında otelde kalmak yerine yarış alanındaki kamp ortamında olmayı tercih ederdim. Adamlar kocaman bir alanı kamp alanı olarak ayırmışlar. İnsanlar karavanlarıyla arabalarıyla gelmiş burada kalıyorlardı. 4 günlük bir tatil gibi. Adamlar gerçekten festival kavramını yaşatıyorlar. Ne güzel valla gel kampını yap, yeni ürünleri gör, yarışacaksan yarış, dolaşacaksan dolaş... mis gibi valla. İnşallah bir gün bizim ülkemizde de böyle bir aktivite olur...

26 Nisan 2009 Pazar

California 2. gün

Gün elbette erken başladı. Sabahın ilk ışıklarıyla saat 6 gibi uyandım. Hint usulü kahvaltımı yaptıktan sonra yola koyuldum :). Festival süresince yarış olayını erkenden aradan çıkarıp cumartesi ve pazar günü tamamen fuara odaklanmak istediğimden cuma günü için 2 tane yarışa kayıt yaptırdım. İlki downhill yarışıydı yani dağın tepesine çıkıp tamamen aşağı bisikleti saldığınız bisikletin genelde kendiliğinden gittiği yokuş aşağı bir yarış. Bu tip yarışlar öyle fazla uzun sürmez en fazla 5-10 dakika.

İkinci ise benim uzmanlık alanım olan cross country, yani inişli çıkışlı uzun dağ yollarında 1.5 - 2 saat süren uzun bir bisiklet yarışıydı. Bu yüzden tüm bunların üzerine yarış alanına gidebilmek için sabah sabah 15km pedal çevirmek istemedim. Zaten yorucu geçecek bir gündü. Resepsiyondan taksi çağırttım, attım bisiklet bagaja attık ve gittik :).

Amerika'ya geldiğimden beri ilk kez taksiye bindiğimi o zaman fark ettim :). Ya da daha doğrusu parasını benim ödediğim taksi yolculuğu diyelim :). Araba olunca iki dakika da gittik tabi ve New York'da 5-10 dolarlık taksi ücretini bile çok bulan ben 20 dolar verdim üstünede 4 dolar tip verdim :D. Eee para harcanmaya başladı bir kere durmuyor yerinde :)



Festival alanına vardığımda ilk iş olarak iniş yarışın yapılacağı parkuru görmeye yani deneme sürüşü yapmaya gittim. Giderken yolda aynı yarışa giden başka bir bisikletçi ile daha karşılaştım. Birlikte aramaya başladık başlangıç yerini. Adamlar çok güzel yapmışlar her yarışa ait parkuru farklı bir renkli ok ile işaretlendirmişler. Bizde yeşili takip ediyorduk. Bir yerden sonra işaretler kaybolur gibi oldu ve ben yanımdakinin tavsiyelerine uyup onu takip ettim. Etmez olaydım :D. Bayağı bir yokuş aşağı indikten sonra yolun yanlış olduğunu öğrendik ve onca yolu geri tırmanmak zorunda kaldık. Neymiş: Kendi işini kendin göreceksin :)

Neyse bulduk ve tam gaz aşağı sallandık, harika bir parkurdu ama hemencecik bitti :) ve ben adamları yine takdir ettim :D. Niye mi? Çünkü indiğimiz yerde koca bir tır ve minibüsler bizi ve bisikletlerimizi tekrardan yukarı çıkartmak için hazır bekliyordu :)



Asıl yarışın saatini beklerken fuarda gezintiye devam ettim. Bu arada fuarın en önemli markasının benim ikinci yarışım olan cross country yarışının başlayacağı saatte önemli bir tanıtım yapacağını öğrendim. Hal böyle olunca işler karıştı biraz tabii. Hemen kayıt masasına gidip ikinci yarışımı iptal ettirip ertesi gün bir üst kategoride yarışmak için başvuruda bulundum. Eee festival büyük olunca yarıştan bol birşey yok her gün başka bir kategorinin yarışı var. Memnuniyetle kabul ettiler ve böylece cuma günü yanlızca bir yarış yapmış oldum. İyi de oldu aslında üst üste zor olacaktı.

Neyse geldik yarış saatine :) Bu benim bisiklet hayatımdaki ilk iniş yarışım olacaktı. İlginç bir deneyim olacaktı ki başlangıcıda çok ilginç oldu :D.

Sıramız geldi bizi çağırdılar. İlk önce bisikletlerinizi ters çevirdik ve hepsini yan yana dizdik. Sonra bisikletlerimizden yaklaşık 50-60 metre uzağa sıralandık hepimiz ve bizden sırtımız bisikletlerimize dönük şekilde dizlerimizin üzerine döküp başımızı yere koymamızı istediler :D. Bu ne biçim bir başlangıç diyeiblirsiniz ancak 50 kişinin start aldığını düşünürseniz bu kişileri adeta uçarak gideceği parkurdan önce biraz ayrıştırmak oldukça mantıklı bir hareket aslında :)

Düdük çaldı ve hepimiz bisikletlerimize koşmaya başladık. Beni tanıyanlar koşuda ne kadar kötü olduğumu bilirler :) Elbette burada da geride kaldım :D. Ancak tekniğime gayet güveniyordum :)

Ve işte mücadele başladı. 50 kişi yokuş aşağı tam gaz gitmeye başladık. Bisiklet zaten 40-50 km hızla giderken ben daha da pedal çevirip başta baya bir kişiyi geride bıraktım. Bir arabanın geçebileceği büyüklükteki bir yolda her an her saniye birilerini geçmeye çalışıyorsunuz. Harika birşey :).

Bu her zaman o kadar kolay olmuyor tabii ki. Parkurun bir bölümünde peşinde takipte olduğum birini sollamak istedim. Aksi gibi o anda da uçulacak bir bölgeye gelmişiz. Daha doğrusu adamın gitmekte olduğu yer düz giderken sol tarafta kalan geçeceğim yolda ise ufak çaplı bir basamak varmış :D. Ya Allah! diyip güzelcene bir havalandım içimde derin bir heyecanla :D. Neyse ki kontrollü bir iniş yaptım. Soğuk terler boşandı tabii ki hemen :D ama geçtim herifi o bana yeter :D.

Öndeki bir iki kişinin daha peşine takılmıştım ki son viraj çıka geldi. Önümdekine baya yaklaşmama rağmen bu sert virajda herşeyi mahfetmek istemedim. Bıraktım adamı gitti.

Tüm yarış yanlızca 8 dakika sürdü :D. Kaçıncı olduğumu çok merak ediyordum. Yarıştan sonra hemen fuar alanına gidip sonuçlara baktım. 50 kişiden 12. olduğumu gördüm. Bu benim için iyi bir sonuç aslında. İlk deneyime rağmen, koşu dezavantajına rağmen iyi bir sonuç :) Valla çok zevkliydi bir daha bir yerde yakalarsam bu Super D' yi kesinlikle kaçırmayacağım :)

Yarıştan sonra tekrar fuar alanına döndüm. Marka ziyaretlerine devam ettim. Bol bol fotoğraf ve bilgi demek bu elbette. Arada güzel bisiklet şovları da oldu. Oldukça ünlü olan Ryan Leech diye bir adam başında kulaklıklı mikrofonu altında bisikleti ile konuşa konuşa harika bir akrobasi şovu yaptı.



Bu şovu da izledikten sonra fuar vaktinin de bitmesiyle birlikte yeniden evin yolunu tuttum ve yine haber hazırlamak ve dinlenmek üzere otelime geri döndüm.

24 Nisan 2009 Cuma

California 1. gün

Sabahın ilk ışıkları ile birlikte açıyorum gözlerimi kocaman iki kişilik bir yatağın içine gömülmüş olarak... Yabancı bir yer haliyle pek uyku tutmuyor, heyecan da var zaten :).

Otel hintli bir ailenin oteli. Bakalım kahvaltı dahil cümlesindeki kahvaltı kelimesinden ne anlıyorlarmış diye resepsiyona uğruyorum. Kadın bana yandaki kahve makinasını ve tabağın içindeki bizim eti cin tarzındaki krakerleri gösteriyor :). 1-2 tane atıştırıp yollara düşüyorum. Hiç bilmediğim bir şehir, hiç bilmediğim yollar ve insanlar...

Çıkmadan önce google map den festival alanının haritasına bakmıştım. Benim otelime 13km uzaktaydı. "13km nedir ki bisikletle gidip gelirim mis gibi ohh" dedim çıktım yola :). Ancak o kadar kolay olmadı. 3km geçtikten sonra maşallah dana gibi yokuşlar beni karşıladı. 45 dakikada ancak festival alanına varabildim :D.




Alana ilk vardığım an karşılaştığım manzara etkileyiciydi. Etrafı tepelerle çevrili bir alanın ortasındaki düzlüğe kurulmuş fuar, daha ilk günden rengarenk çadırlarıyla cıvıl cıvıl bir görüntü oluşturmuştu. Ancak ben bu renkliliğe katılmadan önce media center a gidip basın kartımı almak durumundaydım. Bu basın kartı çok önemliydi çünkü o kart her kapıyı açan, her sınırı geçmeye izin veren bir anahtardı. Adamlar sırf basın için kocaman bir bina ayırmışlar ve hemen yanına da sabah kahvaltı, öğlen yemek verilen bir büfe koymuşlar. Basın kartının en büyük faydalarından biri de bu yemek hizmetlerinden bedava yararlanmak oldu herhalde :D . Buradaki yemekler oteldekinin aksine damak zevkine hitap eden türdendi :)

Enteresan bir balıklı sandaviç yedikten sonra sonunda fuar alanındayım. Fuar alanı dediğim yuvarlak şeklinde konumlandırılmış çadırlardan başka birşey değil aslında. Burada firmalar 2010 ürünlerini sergiliyor ve teknik destek veriyor. Buradaki asıl amacım mtbtr.com için ürün yeniliklerini haber olarak sunmak. O yüzden hemen işe koyulup markaları birer birer gezdim.

Öğlen olunca tekrar değerli olan yemek arası için yukarı çıktım :) Burada yemek alırken pedalpushersonline.com sitesinden bir yazar ile tanıştım. Taa New York'dan geldiğimi görünce ilgisini çekti. Meğer o da bu festivale uzaktan gelenlerin hangi düşüncelerle buraya geldikleri üzerine yazı yazıyormuş. Benim hikayemi ilginç buldu. Birlikte oturduk yemek yedik ve ben hikayemi anlattım :)

Daha sonra yine fuar alanındaydım. Benim jant üreticisinin çadırına gittim. Hem onlarla sohbet ettim hem de bisikletimin uzun süredir süre gelen arka göbek ve jant ayarı sorunlarını hallettirdim. Adamlar o kadar ilgili o kadar nazik ki. Ne isterseniz ne arızası varsa hemen ilgileniyorlar ve ne değişmesi gerekiyorsa değiştiriyorlar. Benim için 90 dolarlık malzemeyi çat diye verdi üstelik montajını ve bakımınıda hiç üşenmeden yaptı. Bende bol bol teşekkür ettim tabii ki :)



Adamlar 4 gün süren festivali aktiviteler ile tıka basa doldurmuşlar. O kadar ki hangi yarışa gireceğinize, ne zaman nerede bulunacağınıza karar veremiyorsunuz. Dağ bisikletine ait akla ne geliyorsa hepsinin yarışı vardı. Yol bisikleti olsun, downhill olsun, slalom yarışı olsun, bmx olsun her çeşit yarış vardı ve yaş kategorileride inanılmaz çeşitliydi. Bende buraya kadar gelmişken hem en iyi olduğum cross country yarışında hem de çok sevdiğim downhill yarışına katılmak istedim.

Yalnız beleş parçaların acısı başka yerden çıkmış oldu. İki yarışa katılabilmek için toplamda 147 dolar kayıt parası ödedim. Türkiye'nin gözünü seveyim. Ne güzel bedava giriyorduk yarışlara :). Hoş orda insanları zorla yarıştırırken burda insanlar akın akın yarışlara geliyorlar. Eh tabii onlarda bu durumu değerlendiriyorlar.

Komik bir ortamdı aslında kayıt alanı. Önce bir form alıyorsunuz ve 1 sayfa dolusu aktivite ve yaş grubu arasından girmek istediklerini işaretliyorsunuz. Daha sonra yazar kasa sırasına giriyorsunuz sanki bir alışveriş mağzasından alış veriş yapar gibi :) Sonra arkadaki masaya işi gösterip numaranızı ve tüm detayları içeren zarfınızı alıp çıkıyorsunuz.

İlk gün böyle çabucak geçti gitti. Birşey anlamadım vallahi :). Saat 5-6 gibi otele geri pedalladım ve ilk gün notlarını mtbtr ye girmeye başladım. Bugünlük bu kadar :) Asıl hikaye yarışlarla başlıyor elbette :D. Geç oldu biliyorum ama bol bol yazacağım merak etmeyin :)

15 Nisan 2009 Çarşamba

Ve Kalifornia başlar :)

Aklımdabinbir düşünce A trenini almış JFK havaalanına doğru gidiyorum. Acaba trafik cezam orda çıkacak mı? Acaba kimliğimin tarihi geçtiği için sorun çıkacak mı? Yoksa Delta havayolları sitesinde yazdığı gibi bisikletimden 175 dolar taşıma ücreti alacak mı?...

Sorular..Sorular...Sorular...

Neyse, havaalanına geldim 1.5 saat sonunda. Sırtımda sırt çantası, elimde laptop, diğer omzumda ise kocaman bir bisiklet çantasının içinde emektar Scott'ım.

Gün geçmiyor ki Amerika denen bu memlekette herşeyin para olduğunu tekrar tekrar fark etmeyeyim. A treninden inip JFK ye girdiğiniz anda 5 dolar şarj ediliyorsunuz. Niye? İstediğiniz terminale Air Train dışında gitme şansınız yok da ondan! Air Train e girdik bari şu köşede duran tekerlekli arabalardan alayım bir tane diyorsunuz anında bir kadın geliyor : " 3 dolar ". Ulen size yedireceğime bu parayı taşırım eşşek gibi diyip yola devam ettim :)

Neyse air train i de geçtik geldik Delta'nın mekanına. Beni gören gözleirni alamıyor zaten boyumdan büyük yüküm var. Ama birşeyler yapmalıyım bunları bana şarj ederlerse yanmışım ben. Online checking kısmına geliyorum hemen. Zenci bir görevli bana yardım ediyor. Hakikaten yardım ediyor. Sen sırt çantanı yanına al elindekide şahsi eşyan yerine geçer bunuda tek paket olarak gönder dedi. Bilgisayardan biletlerimi bastırdık ve ben hiç tartıya falan uğramadan x-ray e doğru tabiri caiz ile kaçtım :D

Eğer şu bisiklet çantasını bir şekilde bu x-ray cihazına sokabilirsem işi bedavaya getireceğiz ama nasıl mübarek boyumdan büyük. Aldım elime koli bandını çantanın tüm boşluklarını alacak şekilde doladımda doladım. Bu arada tabi gelen gitti :D. Görevlide bana bakıp bakıp " Olmaaaz ,geçmezz" diyip duruyordu. Görürsün sen dedim içimden. Sonunda paketi bitirdim ve banta koydum. Kadın " Eh bir deneyelim bakalım" dedi. Ben hazırolda bekliyorum tabii ki bant ilerlediğinde geçmeyecek gibise itekleyecem içine :D Kadın hemen müdahale etti " Dokunma! " :D. Neyse çalıştırdı bantı ve bizim paket ucu ucuna geçti x-ray den :D. Ama paketin x-rayden çıkışı uçarak oldu :D. O an içim biraz cız etti tabii.

Uçak seyahatleri benim için hep stressli geçer. Her iniş kalkış anı 10ar yıl götürür benden. Bu gün de bir 40 yıl gitti yani :) Ama bu seyahat boyunca bir taşla kuş sürüsü indirdim diyebilirim :). Grand Kanyon'dan , Rocky mountains'e , Los Angles'dan San Diego'ya kadar her yeri görme imkanım oldu :) Bu seyahat sayesinde Amerikayı baştan başa geçmiş birisi olarak şunu söyleyebilirim ki Amerika'nın %90'ı çöldür ve kıyı kesimleri dışında insan bulmak zordur :) Uçsuz bucaksız düzlükler ve çöl havası. Grand Canyon'a kadar başka birşey yoktu açıkcası :)

Los Angeles da bir aktarma yaptım. Burada yaklaşık 2.5 saat bekledim. Los Angeles New York'a göre çok daha büyük ve düzenli bir şehir olarak göründü bana. Bir de şunu gördüm Los Angeles da 3 evden birinin mutlaka havuzu var :D Tam tatilciler anlayacağınız :)

Monterey'e gelirken artık gün batmak üzereydi. Bu uçuşta inanılmaz bir gün batımı izledim. Pasifik okyanusu'nun 10 bin km üzerinde pırıl pırıl bir havada mükemmel renklere baka kalarak gün batımı izlemekte nasip oldu.

Ve işte şimdi 9.5 saat süren yolculuğun ardından sevimli ufak otelimden sizlere yazıyorum. Fotoğraf makinem çantamda kaldığı için fotoğraf yok şimdilik ama yarından sonra öncelikle mtbtr.com da sonrada vakit kalırsa burada sizlerle yaşananları paylaşmaya devam edeceğim :)

Görüşmek üzere :)

14 Nisan 2009 Salı

Ah bu ispanyollar :)

5. caddeden aşağı tıngır mıngır iniyorum. Pek fazla insan yok ama yinede şansımızı deniyoruz işte. Tam Disneyland'in önünde taksi arayan iki ispanyol a binmek istermisiniz diye soruyorum ama nafile hayır cevabı alıyorum. 1 metre geçtikten sonra onları kırmızı ışıkta duruyorum.

Arkama kafamı çevirdiğimde biraz kararsız olduklarını fark edince hemen bir daha çağırıyorum. Kız yaklaşıyor yavaş yavaş ve "İspanyolca biliyor musun?" diye soruyor. Hayır cevabı alınca elindeki google map çıktısını uzatıyor direk :D tek kelime konuşmak yok. İspanyollardan para çıkmaz genelde. 3-5 dolara taksiye binmeyi her zaman tercih ederler. Bende o yüzden 15$ dedim binsinler diye. Zaten iş yok..

Neyse atladılar bunlar öyle böyle bir şekilde gittik. Konuşamayınca bari biraz hareket yapalım arabaların arasında falan dedim öyle eğlenerek geldik otellerinin önüne. Adam para verecek :D paraları çıkarttı.

Bozuğun var mı diye sordu. Dedim herhalde elindeki 20 yi verecek benden 5 istiyor. Tip konusunda zaten ümitsiz olduğumdan ispanyollardan öyle bir istek bile doğmadı yani içimde :)

Neyse ben 5 tane birlik uzattım adama o daha 20 yi vermeden. Sanıyorum ki 20 yi verecek :D tuttu bana verdiğim 5 birlikten 3 tanesini geri verdi ve thank you diyip yürümeye başladı :D.

Hobaaa diye çıkıştım durdular tabi hemen :D. Aslında hola diyecektim :D yani ispanyolca hello ya o manada :). Neyse durdular. Adama derdimi anlatana kadar canım çıktı artık konuşmayı bıraktım el işaretleriyle sessiz konuşma moduna girdik. Ben önce kendimi sonra adamı göstererek 5 yapıyorum sonra adamı işaret edip kendimi göstererek 3 yapıyorum sonra avuçlarımı havaya açıp bu ne ya der gibi adama bakıyorum :D

Adam ısrarla anlamamakta diretiyor. Sorun ne der gibi yüzüme bakıyor. Allah'ım sen bana sabır ver ya rabbim diyorum :D. En son adamın elinde vermediği 20 liği görüyorum aha işte bu bu diyorum :D elimdekilerin hepsinin birlik olduğunu gösteriyorum. O zaman kafa şarj etti. 20 yi vermeyi unuttuğunu anladı bizim ki :D "Oooo sorry morry " başladı. İyi bari sorry yi biliyormusun dedim içimden. Neyse 20 yi aldık arada 3 dolarda tip almış olduk bahane ile :D Bu ispanyollarla başımız dertte valla.. :)

7 Nisan 2009 Salı

Kısa... kısa..

Hey! 1 haftadır yazmıyorum diye kayboldum sanmayın :). Yoğunluk başladı hafiften. Şu sıralar garaj biraz meşgul etti beni. Çünkü yeni oyuncaklarımız var artık :) 26 tane yeni bisiklet alındı garaja. Onların montajı, bakımı ıvır zıvırı ile uğraştık 3-4 gün. Main street kadar kaliteli olmasa da fiyatında göre bir malzeme geldi işte :)

Diğer yandan Teksas ekibi döndü artık. Evdeki ekip tamamlandı. Hoş teksas macerası baya sorunlu geçti ama napalım. Hayallerindeki paraları kazanamadan geri döndüler başlarına da gelmeyen kalmadı. En büyük darbe son gün yaşandı. Bir polis bizim arkadaşlardan birini alı koyunca diğerleri bisikleti alıp garaja öyle kitlemeden koymuşlar. Etresi gün bir baktılar bisikletin yerinde yeller esiyor. Anlayacağınız baya bir zarar var...Ama napalım kısmet işte olacak olan oluyor.

Okul cephesinde de sıcak çatışmalar oluyor :) Ara sınav dönemindeyiz. Projeler ödevler üst üste maşallah. Wireless Networks dersinden dün sınav olmuştuk. 77 puan almışım. Eh, fena sayılmaz :)

Bu arada Güllüoğlunu da zengin etmeye devam ediyoruz :) Bu sefer bisikletlerin üzerine bir baklava keyfi yaptık (patron sağolsun :)) Bundan önceki baklava alışımız komikti ama :) Biz aldık mı tepsi tepsi alıyoruz baklavayı. Hal öyle olunca evde tepsiler birikiyor. Tepsileri geri götürdüğünüzde 10$ lık tepsi parasını geri alabiliyorsunuz. Dedik bunları da geri verelim baya bir ucuza gelsin bu sefer :) İçeri girdik kadın " Bunlar hangi restoranttan geliyor?" diye sordu :). Bizde "Valla bunlar bizim evden geliyor" diyince kadın şok oldu :). Ne diyeceğini şaşırdı. "Nasıl yediniz bu kadar baklavayı" diye sormadan edemedi :D. Kadına alınan baklavaların ertesi günü göremediğini söyleyince daha da dumur oldu :D. Ayrıca tebrik etti :D. Güzel güzel baklavamızı aldık evimize geldik. Fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik tabii :)