19 Aralık 2009 Cumartesi

Ve regulation gelir...

Pedicab aleminin en merak edilen konularından biri geçtiğimiz ay açıklığa kavuştu. Bilenler bilir. 5 yıldır süre gelen pedicab işini kontrol etmek amacıyla çıkarılan yasa mahkemelik olmuş ve yıllarca çıkarılamamıştı.

İlk etapta 360 bisiklet sayısıyla çıkartılmaya çalışıldığı için ve garaj sahiplerine 3-4 lisans verildiği için garaj sahipleri tarafından mahkemeye verilmişti. Sonradan California da ve New York dahilinde meydaha gelen bazı pedicab kazaları sonrası iyice konunun üzerine düştüler ve sonunda yasayı çıkarttılar.

Çıkan yasa sonucu pedicab sayısındaki sınırlama kaldırıldı. Yani şehirde çalışacak pedicab sayısına herhangi bir sınırlama gelmedi ancak 2 ay süre verildi. Bu süre içinde kaydını yaptıracak olan herkes kabul edildi. Ancak bu tarihten sonra (Kasım 21) artık kayıtlar kapandı ve sayı kayıt yaptıranlarla sınırlı kaldı. Yani anlayacağınız şu anda pedicab alsanızda sokakta çalıştıramaz veya çalışamazsınız.

Kayıt yaptıran tüm pedicablere özel bir yapıştırma yapıştırıldı. Tüm bisikletler sigortalandırıldı. Işık sistemi, emniyet kemeri, reflektör, fiyat listesi ve kronometre zorunlu oldu. Ayrıca çalışacak olan kişilerin pedicab lisansı çıkartmaları gerekiyor. Pedicab lisansı için herhangi bir zaman sınırı yok, istediğiniz zaman başvurabiliyorsunuz. Ancak lisansın gelme süresi 1 ila 3 hafta arasında değişiyor. Ayrıca pedicab lisansı çıkartabilmek için normal araba lisansınızın olması gerekiyor. Türk ehliyetini konsolosluktan doğruluğunu onaylatarak kullanabiliyorsunuz. Ayrıca sosyal güvenlik numarasıda gerekenler arasında.

Şu günlerde dışarıda pedicab görmek çok zor. Çünkü bir çok sürücü ya yasal olmadığından ya uğraşamadığından yada geciktiğinden lisans alamadı. Bunlardan biri de benim aslında :) Türk ehliyetim olmadığı için ve buranın ehliyetini almakta en az 1 ay süreceği için almaktan vazgeçtim.

Lafın kısası artık iş pedicab sahipleri için ve sürücüler için biraz daha meşakatli olmaya başladı. Pedicab sahipleri her yıl 1000 dolara yakın sigora ücreti ödemek durumunda. Sürücüler ise pedicab ehliyetini 4 ila 6 aylık alabiliyorlar. İlk günlerde inanılmaz ceza kesildi pedicabcilere. Polislerin bizleri sevmediği ve herkesi caydırmaya çalıştığını artık sağır sultan bile biliyor tabi. Cezalarda artık aldı başını yürüdü tabi. İhlal başına 200 dolar mahkeme istersen ve iptal edilmezse 1000 dolara kadar çıkıyor.

Ancak elbette regulation ile birlikte piyasadaki pedicab sayısı oldukça düştüğünden şu an iyi para yapıyor millet. Elbette yazın işlerin nasıl olacağı ve work and travelcıların oyunun yeni kurallarına nasıl tepki vereceği merak konusu...

15 Kasım 2009 Pazar

Hoşi Moş :)

Hafif yağmurun serpiştirdiği insanların ordan oraya koşuşturduğu yoğun,hareketli bir Manhattan gecesi...

Zaman zaman çiseleyen ve kesilen yağmur eşliğinde çalışmaya devam ediyorum. Günlerden cuma olduğundan işlerim fena gitmiyor. Gece saat 10 ve cebimde 100 dolar cıvarı bir para birikmiş durumda.6. caddeden yukarı çıkıyorum. Yolda yol çalışması var. 4 şeritlik yol ikiye düşmüş trafik ağır ilerliyor, bende aralardan yolumu bulmaya çalışıyorum. Yol kenarındaki insanları umutsuzca pedicabime davet etmeye çalışırken arkadan bir japon gelip bisikletimi tutuyor. Hemen yanında bir adam ve bir kadın daha eleman bitiyor. Önce ikisi biniyor ve tek tük ingilizcesi ile kadın otelin adını söylüyor. Baktım 3.sü yer yok bana galiba diye mahsun mahsun bakıyor. Dedim atla ya sorun değil! Altı üstü çelimsiz bir japonsun ya :)



Aldım götürdüm bunları otellerine. Beni bırakmadılar. 10 dk bekle yine geleceğiz dediler. İyi valla dedim. Böyle çalışmayı seviyorum. Paralar hazır geliyor :) Neyse, kadın gitti yukarı iki ingilizce bilmeyen sap kaldı yanımda. Bisikleti inceleyip durdular. bir ara en çelimsizi binmeye falan kalktı izin vermedim :)

Kadın üzerini değiştirmiş olarak geldi ve Manhattan'ın en pahalı yerlerinden biri olan Carnigie hall a gideceğiz dedi. Kısa sürede ulaştırdım onları. Vardığımızda 10 kişilik bir japon grubu karşıladı bizi gülerek :) Aralarından biri bizde istiyoruz dedi döndüğümüzde bize 4 pedicab getir al bizi götür dedi. Aha dedim bu gece iyiyiz valla :D.



Hemen şovların önüne gittim. Yaklaşık 18 tane pedicabci dizilmiş şovun dağılmasını bekliyordu :) Aralarından iki kişi seçtim. Üçüncüsü ev arkadaşım adaşım mustafa idi elbette. Onu arayıp saat 12 de geleceği yeri söyledim. Şovlar bittikten sonra 12 ye doğru mekana geldik ve beklemeye başladık.Bekle Allah bekle kimse çıkmadı. En sonunda en çelimsizi geldi kapıya biraz daha sabır dedi geliyoruz! Napalım dedim topu topu bir tur alıcaz ama o kadar beklemişken beklemek lazım...

Saat 1.5 a doğru çıktılar. 4 bisiklete doldurduk bunları :) "Eee" dedim "Nereye gideceksiniz?" Demez mi 5 sokak aşağıdaki striptiz kulübe gideceğiz. Öh dedim içimden o kadar saat bunun için mi bekledik. Neyse götürdük bunlar bizi bırakmadı. Bekleyin çıkacağız ve yine sizi alacağız dedi.

Kulübün önüne 4 bisikletli çektik bisikletleri başladık muhabbete :D. Arada sırada çelimsiz olan dışarı çıkıp sigara molası veriyor, kadın da sarmaş dolaş ona eşlik ediyordu. Elbette hepimiz striptiz kulüpte içeride kadın napıyor diye düşünüyorduk :D. Düşünürken adam bize 40 dolar attı yemek yememiz için. Elbette biz yemek falan yemedik 40 doları bölüştük cebe indirdik üstelik ayıp olmasın diye köşeyi dönüp sohbete orda devam ettik :D Sohbet ederken tipsiz bir zenci yaklaştı ve kadın isteyip istemediğimizi sordu :D. Diğer arkadaş gırgırına muhabbeti devam ettirdi, kimler var elinde dedi. Ne istersen abi dedi, Rus, Ukranyalı, Dominikli, Afrikalı homoseksüel bile var dedi :D. Koptuk orda zaten. 1 saati 130 dolar dedi herşey dahil :D. Biz tabi yol verdik adama gönderdik muhabbete devam ettik. Baktık bir süre sonra gene geldi :D 100 dolara düştü 5 dk sonra gene geldi 70 e düştü. Biraz daha beklesek bedavaya indirecekti herhalde :D



Elbette biz işimize döndük. Adamlar gece 4 gibi(!) çıktılar. Artık kulüp kapanıyordu ondan yani yoksa sıkıldıklarından değil :D. Hepsi içmiş tabi biraz, hafif kaymış gözler belli. İçinden biri demez mi biz özgürlük heykeline gitmek istiyoruz diye! 4 pedicabci birbirimize baktık. Çünkü bu yapılabilecek en uzun yollardan biriydi. Taa downtown nunda aşağında deniz kıyısına kadar inecektik. İsmail Abi gidelim anasını satim dedi doluşturduk bunları başladık sürmeye :D.

Times Square'in ortasındayız. Saat 4.5. 3-5 polisten başka kimse yok ama sokağın ortasında 4 pedicabci :D. Times Square in hiç alışık olmadığı bir manzara :D. Yollar bomboş istediğimiz gibi sürüyoruz. Arada sırada kırmızı ışıklarda birbirimizin etrafında daireler çiziyoruz, birbirimizin üstüne doğru sürüyoruz, onlarda çığlıkları ile kahkahaları ile bize eşlik ediyorlar :)

Yaklaşık 45 dakika sonra varıyoruz özgürlüğe. Çelimsiz herif ile kadın bisikletten inmiyorlar bile. Fotoğraf bile çekmediler. 5 dk sonra hadi dönelim yeter dediler. Hey allah'ım dedim ya bunun için mi geldik onca yolu :)

Şansa bak ki ben patron ve metresini almışım. diğerleri onun şirketindeki çalışanlarmış. Bunların helikopter gezileri ayarlayan bir firması varmış japonya da ve buraya tatile gelmişler. Patronda ingilizce sıfır. Kadın söylüyor herşeyi ve kadın neredeyse hepimize yavşıyordu :) Bizim ise bir tepkimiz olmuyordu çünkü patronun yanındaki kadın yani sonuçta :D henüz paramızı almadık adamı dellendirmenin bir anlamı yoktu yani :D



Neyse dönüşe başladık. Sahil kenarındaki bisiklet yolundan dönelim dedik. Hepimiz hem fikirdik çünkü o yol dümdüzdü ve trafik ışığı yoktu. Ancak İsmail abi tüm ısrarlara rağmen bizi bisiklet yolunda erken sokunca olan oldu :D. Bir süre sonra karşımıza yolun ortasına dikilmiş direkler çıktı ve pedicabler bu direklerin arasından geçmedi :D. Ben bir teknik kullanarak birinden geçtim ancak onlar geçemedi :D. Arkamı döndüm baktım ki tüm müşteriler pedicabten inmiş 90 kiloluk pedicabi müşterilerle kucaklamışlar direklerin üstünden atlatıyorlar :D. Beni aldı bir gülme :D..

Sen misin gülen az gittik bir direk dizisi daha çıktı karşımıza ve bu sefer bende geçemedim :D. Patron ve metresi indi kucakladık pedicabi birlikte atlattık direğin üstünden :D. Çok komik bir andı :D

Saat artık 6 cıvarıydı. Diğer elemanların pili bitmiş yavaş yavaş geliyorlardı. Adamlarında pek hali kalmamıştı zaten hepsi bisikletin üzerinde kafalar sağa sola yatık sızmışlardı :D. Biz ise gün ağırırken hala pedal çeviriyorduk. Sonunda saat 7 gibi otele vardık. Ve beklenen an :D : How much? :D

İsmail abi hemen çıkarttı fiş makbuzunu ve 1350 dolarlık bir fiş kesti :D. Adam bunu görünce şok oldu tabi :D. Çok fazla falan filan dedi biz bunu ödeyemediz falan dedi. Diğerleride bu sırada ceplerinde ne kadar para varsa çıkarttılar :D. Patron 300 dolar attı, yanındaki kadın 500 dolar cıvarı attı. Diğerlerinden pek birşey çıkmadı ve toplamda 900 küsür dolar çıktı ancak... Napalım bunada şükür diyerekten ayrıldık yanlarından :) Çok uzun bir geceydi bizim için ama çok eğlendik onlarla doğrusu. Hiç çalışıyor gibi değildik. Güldük, muhabbet ettik, eğlendik. Bir maceraydı bizim için. Dönüşte garajda yattık :D Ertesi gün dolu ceple eve giderken ki gülümseme tüm yorgunluğu almıştı doğrusu...

5 Kasım 2009 Perşembe

Bir cadılar bayramı daha...

Merhaba dostlarım. Hayat umduğumuz gibi gitmiyor her zaman. Demiştim ki, artık kendime ve hayata daha çok vaktim olacak ancak öyle olmadı. Şu sıralar bisikletimi sattığımdan bisiklet garajında kendime iş edindim. Garajı sabahları ben açıyorum ve bisiklet tamiri gelirse yapıyorum. Şu sıralar pedicab için regulation geldiği için herkes tamir peşinde. Elbette regulation hakkında da bilgileri vereceğim. Elbette vakit bulabilirsem. Ancak artık birikmiş hikayeleri sıralamanın vakti geldi. En güncelinden başlayalım...

Geçen hafta sonu bir cadılar bayramını daha geride bıraktık. Sağolsun meteoroloji o gece yağmur yağacak diye bas bas bağırdığı için geçen seneki kalabalığın yarısı bile yoktu diyebilirim. Elbette krizin şuyun buyunda etkisi var tabii ancak bu kadar olmamalıydı.



O gün yine garajı açmıştım ve garajın biiskletleri oldukça yoruyordu beni. Lastik tamiri şu bu hem vakit alıyor hemde yoruyordu. Üstelik daha akşama çıkacağım bisikletim hazır değildi. Garajda uygun bir bisiklet ayarlamak vakit aldı biraz. Aynı benim bisikletin ayarında bir bisiklet hazırladım ancak yağmurdan korunmak için örtüsü yoktu. Aslında vardı da fermuarları bozuktu, uymuyordu.

Öyle başladım işe. Henüz yağmur falan yoktu, hoş tüm gece boyunca çiselemenin ötesine geçmedi ya! Neyse...



Şovlardan ordan burdan topladım biraz. Çok abartmıyor gücümü akşama saklamaya çalışıyordum. Ünlü restorant tavern on the green e bir yorcu götürmüştüm. Baktım bi yarın ki maratonda yarışacaklar için eğlence düzenlemişler ve konser bitmiş çıkıyorlar. Hoş benim gözüm çıkanlarda değil çıkışta eşantiyon dağıttıkları dondurmadaydı. Çıkanlar sırayla bir bir alıyorlardı. E bende bakacak değildim herhalde aradan kaynağımı yapım ve bir tane kaptım :D. Dondurmayı afiyetle yerken iki fransız yaklaştı ve otele gitmek istedi. Dondurmayı bitirmem konusunda ısrar ettiler. Onlarda yiyordu bir yandan. Hem yiyip hem ayak üstü sohbet ediyorduk :) Güzel bir gezinin sonunda arada bir havaii fişek gösterisine de şahit olarak onları otellerine bıraktım.

Biraz daha Times meydanında oyalandıktan sonra akşam şovları da geçince artık downtown a asıl işe başlamanın vaktinin geldiğini düşündüm ve saldım aşağı. Karşılaştığım manzara geçen yılkinden oldukça sönüktü. Geçen yıl tüm trafik kitlenmişken bu sene rahat akıyordu en azından. Öyle aman aman bir insan kalabalığıda yoktu. Kısa bir kaç müşteri alarak başladım. Artık herkes akıllanmış baştan fiyatlar soruluyor :)



Gecenin en güzel turunu anlatakmak istiyorum sadece. Saat gecenin 4ü. 3. caddede müşteri kapmaya çalışırken 3 tane yarı çıplak kafası, peruklu manyak yanıma yaklaşıp 34. sokağa kaça gidersin dedi. 30-40 falan birşeyler verirsiniz dedim atladılar. Çok neşeli ve kıpır kıpır bir üçlüydü. Trafiğin tıkandığı yerlerde hep bir ağızdan korna taklidi yapıp bana yolu açıyorlardı :). Arta kalan zamanlarda da biz senin radyon olacağız diyip sürekli şarkı söylüyorlardı. "Yellow submarine" adlı şarkıyla başladık. Sözleri kolaydı. İkinci tekrarda bende eşlik etmeye başladım. Tabii yoldan gelip geçenler rahat durur mu? Her yavaşladığımız yerde başka birisi ile düet yaptık. İkinci şarkımız "Everything my heart desires" oldu. Yine bir kırmızı ışıkta durmuşken taksi bekleyen güzel bir kız ile düete girdik bu sefer. 4 hıyar kıza ilan-ı aşk eder gibi söylüyorduk şarkıyı ve kız da aralarda yanıt gibi şarkıya eşlik ediyordu. Başka bir kırmızı ışıkta ise 3 kafadar yolun kenarında binanın kapısının önüne oturmuş 4 kıza takıldı. İstek alıyoruz ne dinlemek istersiniz diye sordu beyaz bonus kafalı. Kızlar kendi aralarında gülüşerek düşündüler ve "Wonderwall" dediler. Hep bir ağızdan söylemeye başladık." Today is gonna be day that they're gonna throw it back to you..." :)



Yokuşun sonlarına geldiğimizde artık ben bitmiş bir halde kenara yanaşırken onlarda şarkılarını güzel bir şekilde sona erdirdiler. Teşekkür ettiler bende gülümseyerek yine beklerim dedim :) Güzel ve neşeli bir yolculuktu...

6 Ekim 2009 Salı

Ekmek teknesine veda...

Biliyorum uzun zaman oldu. Elbette bu zaman zarfı içinde çok şey oldu. Bunlardan benim için en önemlilerinden biri pedicabimden ayrılmam oldu. Evet, yaklaşık 1.5 yıldır kullandığım, benim burda ayakta kalmamı sağlayan, beni okutan, yaşatan, gün boyu derdimi dinleyen, yağlı müşterilerden sonra sevincimi paylaşan ekmek teknesi artık yok.




Malum artık hikayenin sonuna geliyoruz yavaş yavaş. Okulun son dönemindeyim ve Aralık 21 itibariyle okulum bitecek inşallah ( kalmazsam :)). Başarılı bir yaz döneminden sonra şimdi kış dönemindeyim. Bu dönem yalnızca 1 gün okula gidiyorum. Okula gittiğim ders harici diğer derslerimden biri proje ve diğeride internetten verilen bir ders. Bu internetten aldığım ders yalnızca bana açıldı. Çünkü açıklanan kış programında neredeyse tüm dersler benim aldığım derslerdi ve açılmayan bir ders yüzünden mezun olamayacaktım. Alttan girdim üstten çıktım sonunda ek dersi de almayı başardım. Yani mezun olmamda artık bir engel kalmadı. Bisikletimi sattığım için artık okula da borcum kalmadı. Anlayacağınız 1.5 yıl sonra ilk kez kendime çalışıyorum. İlk kez artıdayım. Kapanmayacak gibi görünen dağ gibi borçlar bir bir kapandı ve ilk kez kendime birşeyler almaya başladım :)



Üstümden büyük bir yük kalktı sonunda. Rahatladım ve uzun zamandır almak istediğim şeylere odaklandım. İlk işim zarar görmüş bisikletimi tamir ettirmek ve fotoğraf makineme bir lens almak oldu. Yeni oyuncaklar almak bana yeni heyecanlar katıyor. Hayallerime ulaştıkça mutlu oluyorum...




Şimdi tek yapmam gereken Aralık ayının sonuna kadar kendimi geçindirmek, bol bol okumak, araştırmak ve öğrenmek. Sayılı zamanın çabuk geçeceğini biliyorum. Hikayenin sonlarına yaklaşıyoruz dostlarım. Umarım güzel bir son ile bitirip yeniden aranıza katılacağım. Hepinizi ayrı ayrı çok özledim. Beni seven sevmeyen herkese selam olsun...

21 Eylül 2009 Pazartesi

Kayıp 1 ay

Hatırlamak istemediğim bir ay geçirdim. O yüzden bu sessizliğim. Bu günleri yeniden hatırlamak istemiyorum. Geçsin gitsin unutulsun istiyorum.

İnsanların hayatında bazen böyle dönemler oluyor. Hani şu en ufak ayrıntısına kadar herşeyin çok kötü gittiği zamanlar. Önce moralini alt üst eden derin bir olay ile başlıyor herşey, ondan sonra bu ruh halinden çıkayım diye bir umutla güzel birşeyler olmasını beklerken en ufak detaylarda bile kaybettiğini fark ettikçe daha da kötüye gidiyorsun... Tüm yaşama sevincin elinden kayıp gidiyor, hiç birşey yapmak istemiyorsun, içine kapanıyorsun...

Aslında bu dönem benim için henüz bitmiş değil ama ömür boyu böyle suskunda kalamam. Beni takip eden, merak eden dostlarım var, hiç yoksa bu günlüğe olan bir sorumluluğum var. Ancak yine de o günlerden bahsetmeyeceğim. Burada genel olarak güzel hatırlarım toplansın istiyorum... Onları hatırlamak istiyorum.

Yine yazacağım elbet. Hikayenin sonuna yaklaşırken buraların boş kalmasını istemiyorum. Ancak ne zaman yazarım... bilmiyorum...

16 Ağustos 2009 Pazar

Uyu yavrum uyu !

Sıradan bir Broadway akşamı. Şovlar dağıldı evli evine, zengini oteline dönmeye başladı :). Atılan ikinci-üçüncü turdan sonra artık Times meydanındaki kalabalık azalmaya başladı. Son demler yani anlayacağınız...

Saat gece 11.30 cıvarı Little Marmaid adlı şovun önünden geçiyordum. Üstlerinde salaş t-shirt bulunan sanki gündelik ev kıyafetleriyle dolaşan bir çift, tıkanmış trafiğin içinde iki arabanın arasından geçerken bana el kaldırdı. Bende tabi zınk diye arabaların arasından yanlarına kadar uzandım.

Baktım bir anne,baba ve babanın kucağında 1 yaşında bir çocuk. Anne "Gezdir bizi kafana göre" dedi. "Şöyle bir yarım saat dolaşalım şu velet uyuyana kadar..."

İşin rengi az sonra ortaya çıkmıştı. Otel odalarında uyumaya hazırlanan çift bir türlü uyumak istemeyen, huysuzlanan ve bağırıp çağıran çocuklarına yenik düşmüş ve kendilerini o halde otelden dışarı bırakmışlardı.

İyi ama bu gürültüde, bu ışık yoğunluğunda ve trafikte ben onu nasıl uyutacaktım? :)

Elbette onlara böyle demedim :) "Oturun,oturun temiz hava,hafif rüzgar ve ışıklar onu hemen uykuya daldırır" dedim :). Başladık dolaşmaya. Aksilik o ya ben inadına sessizlik aradıkça ara sokaklara daldıkça aksine gürültü ve patırtı ile karşılaştım. Sessiz ve karanlık diye daldığım her sokakta bir kazı çalışması vardı. "Bam,bam,bam" "Kim,küm,küm" beni bile uyutmayacak seviyede gürültü ile karşılaşıyorduk. Ben yine de tüm dikkatimi göstererek, yavaş yavaş, sakince yola devam ediyordum. Hatta bazen pedicab in de müzik sistemi olan ve son ses açmış gelen sürücüleri bile uyarıp ses kıstırıyordum. Çocuk arada bir gözlerini kapıyor uykuya gidip gelmek arasında dolanıp duruyordu. En sonunda uyudu. Anne "hadi dönelim" dedi. Mecbur Times meydanından geçtik. gürültü,patırtı,kornalar gırla... En son tam otelin köşesine gelmişken yolun sol tarafında kalmıştım yavaş gitmekten ve sağa doğru dönmem gerekiyordu. En güvenli şekilde olsun istediğimden yola atlamadım ve kavşağın kenarında durdum ve kırmızı ışığın yanmasını bekledim. O sırada polis demesin mi "Sen ne yapmaya çalışıyorsun, yürüsene" diye. Daha derdimi anlatamadan bir sürü zılgıt yedim üstüne :) Olayı germemek için "tamam tamam gidiyorum" desem de tam ilerlerken söylediği bir şey beni sinirlendirdi ; " Arkanda ufacık bebek var dikkat etsene!"... Ben sanki yarım saattir başka bir şey için didiniyorum...

Neyse sağ salim geldik yeniden başladığımız yere. Çocuk çoktan hayaller aleminde. Dikkatli bir şekilde indirdim onları ve onca gürültüyü alaya alarak kısık bir sesle aman çocuk uyanmasın havalarında " iyi geceler" dedim :)

Bunca işin gücün arasında bir çocuk uyutmadığımız eksikti :) O da oldu. Artık bakıcılıkta da deneyimim var diyebilirim :)

13 Ağustos 2009 Perşembe

Niagara Falls

Yaklaşık 1.5 yıldır buralardayız ancak doğru düzgün bir yerleri gezememekten hep şikayetçiydik. Bu durumu biraz değiştirelim istedik ve bizim patronun Kanada'ya dönüyor olmasını fırsat bilerek hem ona eşlik edelim hem de Amerika - Kanada sınırındaki meşhur niagara şelalesini ziyaret edelim istedik.

Pazartesi günü herkesin boş günü olması vesilesiyle ve işlerin genelde durgun olmasını fırsat bilerek bir de güzel araba kiralayıp düştük yollara. Aklımızda ufak bir araba kiralayıp işi ucuza getirmek vardı ancak kiralanan araba garajımızın önüne gelince hem güzelliğine şaşırdık hem de fiyatına :)

işte kiraladığımız araba Toyota Highlander v6 marka jip.



Yol boyunca nerdeyse herkes arabayı sürdü diyebilirim. Ehliyetim olmadığından ben arabayı park kapsamı dahilinde sürdüm ama yine de sürdüm :) Bu güzel arabanın sürücü koltuğuna oturmadan gitmek olmazdı :)



Yolculuğumuz sabahın 7 sinde başladı. Aslında daha erken çıkmayı düşünüyorduk ama uyanamadık :) Yolun 6 saat süreceği söyleniyordu ama her istasyonda durup birşeyler atıştırdığımızdan, sürücü değiştirdiğimizden ve çöle düşmüş fakirler gibi durmadan benzin içen arabamızı doyurduğumuzdan 9 saatte zor gittiğimizi söyleyebilirim :)

Keyifli bir yolculuk oldu yinede. Sohbet muhabbet yol aldık. Bu arada Serhat Bufallo'nun yakınlarında Darien Lake adlı eğlence parkında çalışan arkadaşlarının olduğunu söyledi. Biz de niagara ya gitmeden önce oraya uğrayalım dedik.

Vardığımızda akşam üstü olmuştu bile. Serhat'ın arkadaşı bize bedava giriş bileti ayarladı ve içeride ne var ne yok ise saldırdık :) Trenler ilgi odağımızdı tabii ki. Bazı arkadaşlar henüz bu havada dönen abuk sabuk hareketler yapan trenlerin tadına bakmamıştı. Çok keyifli, bir o kadar da baş döndürücü bir aktivite oldu :)





Elbette park sadece trenlerden ibaret değil. Daha coşkulu ve tırstırıcı şeylerde vardı. Mesela aşağıda gördüğünüz alet tek kişiyi veya iki kişiyi iki direğin arasında top gibi bir yukarı bir aşağı zıplatıyordu. Bunu yapmayı gözüm yemedi açıkcası :)



Parkta iki saat kadar vakit harcadıktan sonra artık şelaleye doğru gitmemizin gerektiğinin farkına vardık ve parktan ayrıldık. Bu harcadığımız iki saatten dolayı Niagara'yı gündüz gözüyle görme imkanını bulamadık. Vardığımızda akşam 9 du ve hava henüz kararmıştı. Ancak yine de akşam da Niagara'yı izlemek güzeldi. Asıl manzara zaten Kanada tarafından gözlemleniyor. Amerika tarafından görülen kısmı biraz daha sönük diyebiliriz.



Sürekli renkleri değişen ışıklar ile donatmışlar şelalenin etrafını. Değişen her renkte manzaradan alınan keyifte değişiyordu.





İşte bu da Amerika'yı Kanada'ya bağlayan köprü. Hani yanlışlıkla girdiğinizde saatlerce sorguya tutulup vizeniz yoksa Amerika'ya geri giriş yapamayacağınız yer :D. O kadar yakın yapılmış ki yanlışlıkla geçilmeye çok müsait. Bizim arabayı park ettiğimiz yerdeki yarım duvarın arkasında polisler ve görevliler varmış o kadar yani.



Niagara'da 1 saat geçirdikten sonra yeniden düştük yollara. Çok bir vakit ayıramadık belki ama yine de güzeldi. 8 saat süren bir yolculuğun ardından 27 saat uykusuz kalmış bir halde Manhattan'a geldik ve tabiri caiz ise yığıldık :D. Hala daha uyku düzenim yerine gelmedi diyebilirim. Ancak yine de değerdi diyorum :) Belki de bir daha görmek nasip olmayacaktı...

14 Temmuz 2009 Salı

Ege Aydan ile Broadway'de sohbet

Pazartesi günü yüzümde uzun süren bir gülümseme yaratan bir olay oldu. Okula gitmek üzere garajdan çıkmış yürüyordum. Genelde ya bisikletle giderim okula veya subwayi kullanırım. Ancak bugün erken çıkmıştım ve havada çok güzel olduğundan okula kadar Broadway den yürüyeyim dedim. Times Square'i geçmiş aşağı doğru yürürken yol ortasına konulmuş masalarda oturan bir aile gözüme takıldı. Yaprak dökümü'nden tanıdığımız veya Asmalı konak'tan hatırladığımız Ege Aydan eşi ve oğluyla birlikte oturuyordu...



Selam vermeden geçemedim. Hiç şaşırmadı yanıtladı, sanki daha önceden tanışıyormuşuz gibi nereye böyle dedi. Okula gittiğimi söyledim ve okuldan bahsettim. Sonra New York'tan konuştuk falan derken bir anda sandalyede oturuyorken buldum kendimi. 45 dakika kadar sohbet ettik. 4 Temmuz faaliyetlerinden, müzelere, Türkiye'den bilgisayar oyunlarına kadar konuştuk :) Benim için çok güzel bir 45 dakikaydı. Onların yanından ayrıldıktan sonra yüzüme yerleşen tatlı gülümseme gün boyu gitmedi.

Birlikte bir fotoğraf da çektik ama onların makinesi ile. Hazırlıksız yakalandım :) Blogumun adresini aldılar fotoğrafı göndereceklerini söylediler. Eğer gerçekleşirse bu yazıya seve seve ekleyeceğim.

10 Temmuz 2009 Cuma

Kıvırcık 25 yaşında !

Dün New York'taki ikinci doğum günümdü. Uzaklarda doğum günü kutlamak ayrı bir duygu elbette. Kendi ülkende ailenin yanında olduğu gibi değil. Bu açıdan yozlaşmış hissediyorsun kendini. Tıpkı bayram günlerinin, kandillerin burada sıradan bir gün olarak yaşandığı zamanlar gibi.

İşin kötüsü zaman geçtikçe sende ayak uydurmaya başlıyorsun bu yozlaşmaya. Bir parçası oluyorsun. Kendi doğum günün sıradan bir günden farksız geliyor sana. Ama iyi ki uzaklarda olsak bile hatırlayan kutlayan dostlarım, arkadaşlarım var. Onlar hissettiriyor işte yeniden o güzel günü. Anlamlandırıyor. İnsanın hatırlanması ve değer görmesi gerçekten güzel. Hediye falan beklemiyoruz tabii kimseden. Uzaklardaysan, yalnızsan zaten en büyük hediye hatırlanmak, içinde güzel duyguyu hissetmek. Bir nevi ruhunda yaşıyorsun doğum gününü...

Bende 23.59 itibari ile bir pasta koydum gönül masamın başına ve sandalyeme kuruldum bekledim zifiri karanlığın tam ortasında. Her gelen mesaj, her gelen tebrik önce kendi mumunu koydu pastanın üzerine, kutlayan çekti sandalyesini oturdu masanın başına benimle. Bir kişi daha geldi sonra e-maille şenlendi masanın etrafı, aydınlanmaya başladı odanın etrafı, insanların suratı. Biri daha... işte biri daha...

İki kelime ile "kutlu olsun" dilekleriyle gülümsedi yüzüm, şenlendi doğum günüm. Biz o gönül masasında birlikte kutladık doğum günümü. Birbirimize gülümseyerek, şarkılar söyleyerek, dostluğumuzu biraz daha pekiştirerek...

İnanıyorum ki bir gün yeniden gönlümüzde kurduğumuz bu sofrayı bazen bir deniz kenarına, bazen bir yer sofrasına bazen de özel bir mekana yeniden kuracağız...

Doğum günümü kutlayan herkese çok teşekkür ederim.

Benim için vakit ayırıp, bir şeyler hazırlayan özel insana ayrıca teşekkür ederim.

Sağolun...

Var olun...

5 Temmuz 2009 Pazar

4th of July

Dün bizim için oldukça yoğun bir gün oldu. Amerika'nın özgürlüğünü kutladık. Yani kutladılar :) Aslında tatil ilan edildiğinden dolayı sabahında Manhattan sokaklarında yeller esiyordu. Bizde tatil şimdi oh ne güzel herkes dışarı çıkar taşırız diye bir umut sabah 9 da işe koyulmuştuk. Elbette hayal kırıklığı oldu sabah az insan olunca.




Belliydi ki herkes enerjisini akşama saklıyor. "Akşamın özelliği ne?" derseniz hemen açıklayayım. Buraların ünlü alışveriş mağzası "Macy's" 4 Temmuz şerefine her yıl 26 dakika süren havai fişek gösterisi düzenliyor. Yüzlerce havai fişeğin dakikalarca gökyüzünü aydınlattığı bu görsel şöleni izlemek için binlerce insan akşam 9 da nehir kenarına toplanıyor.

Bu yıl geçen senenin aksine Hudson River'da yapıldı gösteri. Hudson River'ı haberleri takip edenler bilir. Hani şu uçağın başarıyla suyun üzerine düştüğü ve kimsenin ölmediği kaza. Elbette orada olması bizim içinde iyi oldu çünkü daha yakındı.



Tabii ki akşam nehire doğru yönelen binlerce insandan bir kaçtanesini taşıma şerefine nail olduk. Akın akın yürüyerek yetişmeye çalışanlara yardımcı olduk. 34. ve 42. sokaklarda bir ileri bir geri mekik dokuduk. Ben 3 sefer yapabildim. 3. den sonra nehir kenarında kalıp gösteriyi izlemeyi tercih ettim. Gerçekten çok güzeldi. Yüzlercesi büyük bir gürültü ile ard arda patladı... Tüm sevgililer sevdikleriyle birlikte bu görsel şölenin altında renklerin güzelliğinin tadını çıkarttı...

26 dakika süren gösterinin ardından yeniden iş başındayız. Daha bitime 4 dakika kala bir müşteri kaptım. Yol boyunca ışıkları izleyerek Times'a bıraktım onları. Bu sefer 42. sokağın sonuna indim tam gösteri bittiğinde. Hata yaptığımı anlamam biraz geç oldu. Çünkü yüzlerce insan bir anda Times'a doğru yürümeye başlayınca insan selinin içerisinde tam 15 dakika mahsur kaldım. 5 metrelik bir mesafeyi 20 dakika sonunda aşarak insan selinin dışına çıktım ve çıktığım anda da müşteriyi kaptım. O da benim son müşterim oldu çünkü baya uzağa bir yere gittik. Beni baya yordu. Her iki sokakta bir insan geçidi yüzünden bir müddet beklemek zorunda kalıyorduk zaten. Bu yüzden çok vakit kaybı oluyordu. Geri dönmenin ve başka birşeyler daha yakalamanın zor olduğunun farkındaydım. Fazla üstelemedim o yüzden...




Yılın ilk büyük kalabalığıydı diyebilirim. Bu şehri kalabalık görmek güzel. Bu şehir insanlarla güzel. Coşkulu, hareketli, bereketli bir geceydi doğrusu :) Bakalım sıradaki ne zaman..

27 Haziran 2009 Cumartesi

Sevmiyorum kardeşim!

Bu satırları yazmaya başladığım şu an bir kulağımda incecik tiz sesiyle kulak zarımı zorlayan bir maktap sesi ve diğer kulağımda ise; bir zenciyi tüm mahalleye duyurmaya çalışan bir araba teybi var.

Bu şehir sinir kat sayılarımı zorluyor... Gürültüsüyle, karışıklılığıyla, insanlarıyla, saçma sapan kurallarıyla...

Dün bir kez daha nefret ettim burada olmaktan. Buranın tüm insanlarından, herşeyden...

Aslında her şey geçen pazar günü başladı. Yağmurlu bir günün sabahında New York'un kuzeyinde bir ormanda bisiklet yarışına gidecektik. Aslında benim gitmeye pek niyetim yoktu. İçimden gitmek gelmiyordu. Cumartesi gecesi geç saatlere kadar pedallamış, çalışmıştım ve hava da yağmurluydu. Ancak bizim patron ve ev arkadaşım Ozan, gidebilmem için bana desteklerini esirgemediler. Patron arabayı alın dedi, Ozan ben kullanırım dedi, bana da "Peki" demek kaldı...

Sabah yola çıktık. Ozan'ın araba sürüşü her ne kadar beni tedirgin etse de yine de ona güveniyordum. Ne kadar tecrübeli olduğunu bilmiyordum ama yine de benden iyi kullandığı kesindi. Bir yere gideceksek ancak iki kişi gidebiliyorduk çünkü Ozan yolların hiçbirini bilmiyordu, ben ise tüm virajları ve ne kadar keskin olduklarnı biliyordum ve ona söylüyordum.

Brooklyn'i Manhattan'a bağlayan köprüye çıkarken oldukça sert bir viraja biraz hızlı girdik ama virajı aldık. Devam ettik ve köprüyü geçtik. Manhattan'a giriş yokuş aşağı ve yolun sonunda oldukça kavisli bir viraj ve tam ortasında ışıklar var. Ozan'a bunu söyledim, yavaşla dedim, bir daha dedim, bir daha dedim ama artık çok geçti. Çoktan viraja gelmiştik bile. Sanırım hızımız 50 falandı. Tabelalar ise 20 hız limiti gösteriyordu. Ozan virajın içindeki kırmızı ışıktaki arabaları görünce "H.sstr" dedi. Bende artık uyarmayı bıraktım ve sadece izlemeye başladım. Önce yandaki beton bloklara sol tekeri bir güzel gömdük. Beton bloklar bizi yeniden yola tepti. Hala durabilmiş değildik ve o hızla birlikte kırmızı ışıkta duran arabaya arkadan girdik.

Kısacası; sağlam bir trafik kazası yaptık. Bizim arabanın sol jant gitti, ön tampon düştü. Öndeki arabanın da arka tamponu düştü. Kenara çektik, ilk olarak adamın tamponu ile ilgilendik. Adam polis çağırıp zabıt tutturacam diye tutturdu. Bizde tamponu yerine oturtacağız diye tutturduk. Alttan bastırdık üstten çektik falan temponu yerine yamuk yumukta olsa oturtturduk adamı gönderdik...

Sonra kendi arabamıza baktık, düşen tamponu yerine oturtmaya çalıştık, janta baktık. Sonra ara yollardan çok yavaş bir şekilde arabayı eve geri getirdik. Kısacası yarış macerası başlamadan bitmiş oldu...Üstünde de 650 dolarlık araba hasarı...Kazanın şokunu mu düşün... çıkan masrafı mı...

Bunun üzerine geçtiğimiz günlerde bir de bisiklet kazası eklendi. Times meydanı'nda müşteri kovalarken ara sokakların birinde bir arabanın yanından geçerken adamın biri arka kapıyı açmak suretiyle çamurluğumu dağıttı. Üstüne arabadan inerek benden para istedi ve kavga ettik. Sonuçta ne oldu, ben kalkan sinirlerimle ve kırılmış çamurluğumla kala kaldım...

O da yetmezmiş gibi dün, metro istasyonunda yarış bisikletimi sürdüğüm için aldığım trafik cezası için mahkemeye gittim. Sırf istasyonda bisikletin selesine oturduğum için yediğim bu ticket için 2.5 saat salonda bekledim. Sonunda bari güzel bir sonuç çıksaydı... Çıkmadı... 25$ da onlar geçirdi...

Ekleyin, ekleyin... Yolda yürürken kafaya damlayan klima sularını, kendini trafiğin kralı sanan, insanların üstüne üstüne süren otobüs şoförleri, pislik içinde metro istasyonları, istasyonlarda çöp kutusuna işeyen evsizler, her tarafta dolaşan fareler, metronun içinde yatanlar, metroda giderken sırf ayağını ısıtıcının üstüne koydun diye ceza yazan polisler, bitmek bilmeyen araba gürültüsünü vesaire onları da ekleyin...

Sevmiyorum kardeşim! Ne burayı, ne insanlarını, ne yaşamlarını hiç birşeylerini sevmiyorum. Buraya gelmek için can atanları da anlamıyorum. Yaşanacak yer değil. Hayatın tüm zorluğunun üzerine sanki hayatı inadına zorlaştırmak için kurmuşlar böyle bir düzeni...

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de çevrendeki insanlar üzüyorlar seni. Kimisi kayboluyor, kimisi halini bilmeden birşeyler yazıyor, kimisi bilmeden de olsa kalbini kırıyor, kimi de hiç umursamıyor...

Zor hakikaten yaşamak zor...

Az önce bir yerde okudum " senin için ölürüm ben! " yazıyordu sanki çok zor birşeymiş gibi. Sıkıysa yaşasın bakalım. Bence yaşamak ölmekten çok daha zor...

22 Haziran 2009 Pazartesi

1 Yılın ardından...

21 Haziran 2008 bu hikayenin başladığı gündü. Üstünden tam 1 yıl geçti. Bazen zorluklarla, bazen gülerek çoğu zamanda yoğun bir tempoda ordan oraya koşuşturacak geçti...

İnsan arada bir belli aralıklarla hayatına dönüp bakmalı. Neredeydim, nereye geldim ve nereye gideceğim demeli. Her baktığında kendini bir adım ilerlemiş olarak görebiliyorsa ne mutlu... Eğer göremiyorsa bilmelidir ki bugün düşünmek için güzel bir gün. Bu açıdan benim için bu bakışlar önemlidir.

Son 1 yılıma baktığımda her ne kadar cebimde 3-5 kuruş ve elimde satın aldığım hiç bir şey olmasa da burada yaşadıklarım, eğitimime yaptığım yatırım ve bu macera sayesinde bir adım daha ileride olduğumu düşünüyorum. Bunların dışında kendi başıma verdiğim yaşam mücadelesi içinde ayrıca büyüdüğümü ve güçlendiğimi de hissediyorum. Her savaştan daha bir güçlü çıkıyor insan. Öldürmüyorsa... Güçlendiriyor. Çekilen sıkıntı ne kadar büyük ise o kadar güçleniyorsun. Zaman zaman ortaya çıkabilecek tüm zorluklara cesurca koşabilme cesaretini damarlarında hissediyorsun. Bu duyguya bayılıyorum. İnsanın kendi bilek gücüyle, yaşayarak, çalışarak, çabalayarak bir yerlere gelebilmesi kadar güzel bir duygu yok.

Geçen bir yıl içinde geldiğim nokta neresi derseniz; Master'ımın 3. dönemindeyim. Bu dönemi de başarıyla atlatıp kış dönemi 2 dersi tamamladım mı eğitime son noktayı koymuş olacağım. Diğer yandan o ortamın içinde bulunmanın verdiği avantaj ile ingilizcem de oldukça ilerledi sayılır. Kısacası eğitim olarak ve yabancı dil olarak 1 yıl öncesine göre bir adım ilerideyim.

Artık yılın geri kalan kısmı için tek yapmam gereken ayda 1000 dolar cıvarı kazanıp okulun borcunu tamamlamak ve mali olarak da rahatlamak. İşin zor kısmı geride kaldık diyebiliriz. Tepenin uç noktasına çıktık. Şimdi biraz düz gidip sonrada yokuş aşağı inmenin keyfini süreceğiz :) Tıpkı bisiklet gibi işte. Önce dik yokuşlara sabretmeyi bileceksin sonra yol düzleştiğinde gülümseyecek ve aşağı inmeye başladığında eğleneceksin...

Peki "Mutlu musun?" diye sorarsanız... Son bir yıl içerisinde anlık mutluluklar dışında pek yüzümün güldüğünü söyleyemem. Beni mutlu eden ne varsa kısa süre içerisinde tersine dönüyor. Kısacası New York'ta olduğu gibi benim de kışım uzun sürüyor. Yaz ise hemen gelip geçiyor...

Elbette memleket hasreti, arkadaşlara duyulan özlem var. Öte yandan burada yaşadığımız mali sıkıntılar ve biraz fazla beklentiler içinde buldunduğum insanların beni üzmesi de bunda etken elbette. Ama yaşıyoruz işte :)

Bundan sonra ne olur? diye sorarsanız. Hedefim pedicab dışında farklı bir iş bulabilmek. Kendi alanımda olursa elbette daha iyi olur ama başka birşey olursa da hayır demeyeceğim. Okulun sonunda tıpkı okula başlarken yaptığım gibi, şansımı deneyeceğim. Olursa çok iyi bir fırsat çıkarsa karşıma değerlendireceğim ve çalışacağım. Eğer ki çıkmazsa veya bazı başka nedenlerden dolayı deli gibi dönmeyi istersem hiç beklemeden döneceğim vatanıma. Şu anda çok büyük oranda dönmeyi istiyorum bu da bir gerçek...

Elbette pişman değilim burada kaldığımdan. Çok güzel günlerim oldu; pedicab maceralarım, ev arkadaşlarımla geçirdiğim güzel günler, seyahatlerim, bisiklet yarışları, başka bir ülkeyi, kültürü tanımanın güzelliği ayrı bir değer kattı bana.

Bakalım devamı ne zaman gelecek ve bu maceranın ve blogun sonu nereye bağlanacak. Yaşayıp görelim :)

NOT:
21 Haziran'da 1. yılımı kutlayan, hatırlayan ilk ve tek insana çok teşekkür ederim. Benim için ayrı bir yerin oldu, burada da senin için bir yer olsun istedim. Sağol :)

18 Haziran 2009 Perşembe

Yine okul...

1 aylık aradan sonra yaz dönemi derslerine başladık bu hafta. Yaz dönemi için 2 ders alıyorum; Strategic management of technology ve Network Security. Management dersine harika bir prof. geliyor. Adam inanılmaz bilgili ve tecrübeli. Ne yapıyorsunuz derseniz yaptığımız şey yaşanmış hikayeleri incelemek. Elbette şirket hikayeleri, kritik noktalarda alınan kararların doğruluğu veya yanlışlığı. Grafikler çıkartıyoruz analizler yapıyoruz ve tartışıyoruz. Elbette iş tecrübem olmadığı için üretkenliğim az ama ilk çalışmamdan memnun kaldı.

İkinci ders ise sonraki hafta başlayacak henüz o prof. ile tanışamadık. O ders ile birlikte haftanın ilk dört günü akşam 6-9 arası okulda kafa patlatacağız yani. Bakalım nasıl olacak. Çalışma şeklimi de değiştirdim haliyle. Artık sabahları Central Park da tur veriyorum. Elbette verecek birilerini bulabilirsek :) Parkta çalışmayı hiç sevmiyorum çünkü zamanın büyük bir bölümü müşteri bulmaya çalışmak ile geçiyor. Hoş 2 tane bulsak yetiyor bir gün için ama sabır gerektiriyor gerçekten...

Yabancı bir yerde eğitim almak, kendini geliştirmek insana daha bir güven veriyor. Özellikle öğrenmekte olduğu yabancı dil konusunda. Artık heyecanlanmadan, "ulen niye bana geliyor söz" demeden kendimi -tam olarak doğru gramer ve sözcüklerle olmasa bile- rahat ifade edebiliyorum. Belki de bu burada kazandığım en önemli özellik olacak benim için. İngilizceden korkum yok artık. Anlamakta ki sıkıntım çok büyük oranda bitti. Biraz daha konuşmaya ihtiyacım var. Ev arkadaşlarım hiç yardımcı olmuyor ama ben bununda bir yolunu bulacağım :)

Hava da düzelmedi gitti. Hala yağmurlu ve kapalı. Ancak tahminlerime göre hava düzelse de pek turist gelmeyecek. Bu domuz gribi vakaları, küresel kriz baya bir etkiledi. Bu sene pedicab işi de oldukça düşük bir kar bırakacak bence. Bakalım yaşayıp görelim...

12 Haziran 2009 Cuma

Yagmur...

Yagur berekettir evet doga seviniyor bende seviniyorum ama bir yandan da islerimiz baltalandigi icin uzuluyorum. 4-5 gundur calismiyorum. Hava kapali bizim de ruhumuz kapali.

Dun ev arkadasim ozan ile birlikte ona ehliyet almak uzere new jersey e gittik. Artik ehliyet meselesini merak eden arkadaslar icin bir aciklama yapmanin tam sirasi.

New York'da sifirdan ehliyet almak uzun ve pahali bir surec. Ilk etapta 30-40 dolar verip yazili sinava giriyorsunuz. 20 soruluk bu sinav cok basit ve gecemeseniz dahi tekrar tekrar girebiliyorsunuz ayni gun icinde. Internette sorulari kendi sitesinde zaten var yani gecin diye herseyi yapiyorlar.

Sinavi gectikten sonra ise direksiyon testi var. Bunun icin bir kurstan 4-5 ders aliyorsunuz ve onlar size 1 ay sonrasina direksiyon sinavi ayarliyorlar. Bu asama icinde yaklasik 150-160 dolar odemeniz gerekiyor. Ben sinavi gectim ama direksiyon a gitmedim pahali geldi...

Ha yok benim turkiye den zaten ehliyetim var diyorsaniz bu asamalara girmek istemiyorum diyorsaniz dun bizim yaptigimiz gibi New Jersey'e gitmeniz gerekiyor. Cunku New Jersey eyaleti baska bir ulkeden ehliyetiniz oldugunda yalnizca yazili sinavi gectiginizde size ehliyeti direk olarak veriyor. Yalnizca 25 dolar gibi bir ucret oduyorsunuz o kadar. Buradaki tek sikinti basvuru sirasinda New Jersey' de bulunan bir eve sizin adiniza gonderilmis bir fatura veya banka hesap ozeti gostemek. Adamlar sizin NJ'de yasadiginizi gormek istiyor yani. Ozan bir arkadasinin evinin adresine yonlendirdi telefon faturasini ve o gelen faturayi gosterdi. Daha sonra hemen teste girdi ve 47 de 40 dogru yaparak sinavi gecti. Aninda fotografini cektiler ve bastilar ehliyeti...



Oradan benim bisiklet yarisima gitmek uzere tekrar Manhattan'a donduk. Ancak baktik ki yaris alaninin yerinde kimsecikler yok. Anlasilan yagmurdan dolayi yarisi iptal etmisler. Yagmurda yagmur olsa bari ciseliyordu alt tarafi. Ne yagmurlarda yaristik biz hey gidi hey...

Yeri gelmisken en son yarisimdan da bahsedeyim hemen :) Gecen pazar Manhattan Uptown'da yapilan dag bisikleti yarisinda ikinci oldum. Aslinda birinci de olabilirdim ancak 3. olan kisi kafami karistirdi. 3 turluk yarisin 2. turunu tamamlarken bir anda gaza geldi ve finise girdi. Bir anlam veremedim acaba dedim ben mi 4. yu atiyorum salak gibi. Baya bir yavasladim. Yoldan gecen herkese sordum bu kacinci diye. En sonunda napalim yarisina kadar geldik zate arik tamamlayayim bari dedim. Turu tamamladigimda alkis kiyamet ikinci oldun bravo dediler :) Megersem adam son tur sanip finise gitmis daha sonradan adami tekrar parkura geri gondermisler. Ben tamamladiktan 30 saniye sonra o geldi. Az daha 2. likten de oluyorduk :) 2. oldun da ne oldu diyebilirsiniz. Eh iste bir t-shirt bir corap birde ufak bir bisiklet parcasi aldim. Eh yeter :) Maksat o heyecani yasamak...

9 Haziran 2009 Salı

Haberler

Günler geçip gidiyor bir bir. Şu sıralar tatilde olmanın verdiği rehavet var. Havaların son 1.5 haftadır kötü gitmesinin ve işlerin kötü olmasının da bu rehavette payı var elbette.

Şu sıralar abuk sabuk işlerin peşinde koşturarak gün geçiriyorum. Yine de boş durmuyorum yani.

New York'ta yavaş yavaş aktiviteler başlıyor. Sokak festivalleri, özel günler yapılmaya başlandı. Geçen pazar Israil Günü'ydü. Yahudiler meşhur 5. caddeyi kapattırmış yürüyüş yaptılar, Central Park'ta konser düzenlediler. Onlardan öncede bizimkiler Türk Günü'nde 5. caddenin paralelindeki Madison caddesinde yürüyüş yaptılar. Bizimki sıradan ve sönük geçtiği için burada bahsetmedim. Yıllardır süre gelen zorla katıldığımız veya götürüldüğümüz 23 Nisan, 19 Mayıs etkinliklerinden kaynaklacak olacak ki uzak durmayı tercih ettim :). Ne yaptılar; yürüdüler, tepindiler falan :)

Bu arada ilginç olan bir olay geçen gün telefonum çaldı ve bir kadın 10 tane pedicab i düğününde kullanmak üzere kiralamak istediğini söyledi. Temmuz'un 3ünde evlenecek çift için gelen konukları kilise ile liman arasında taşımamızı istedi. Eyvallah dedik tabii :) 840 dolar falan dedik ama kadın pazarlığa girişti, tip falan da alacaksınız dedi :) Detayları mail at dedim ama ses çıkmadı. Bakalım ne olacak daha var.. :)

Bir başka haber de pedicablerimizin arkasına reklam alma olayı. Bir firma garajdaki tüm bisiklete reklam vermek istediğini söylemiş. Güya bu pazartesi takacaktık ilanları ama biraz daha süre istediler. Olursa aylık güzel bir getirisi olacak. O da beklemede...

Telefon demişken en son pedicab hikayemi de kısaca anlatayım. Kenara çekmiş takım arkadaşlarımdan biriyle telefonda Ankara'da yapılan yarış hakkında konuşuyorduk. İleriden el etti ve elinde değnek topallayarak yanıma kadar geldi. Bende tabii telefonu kapatıp ilgilendim hemen. Yalnızca 5 blok gideceğiz ne kadar dedi. Baktım adam zaten zor yürüyor 10 ver yeter dedim ve kısa bir sürüş yaptık.

Pedicab adamın çok hoşuna gitti. Sen benim özel şöförüm ol dedi. Telefonunu ver ihtiyacımız olduğunda bize yardımcı ol dedi. Eyvallah dedim. Yarım saat sonra buraya gel limana gideceğiz dedi. Biraz dolanıp yeniden oraya geldim. Harbiden geldi. Limana bıraktım bunları. Ben seni gene arayacağım dedi gitti.

Bende normal çalışmaya devam ettim. 5.caddede bir zenci çift aldım. Aksi gibi hep kısa gidecek olanlar beni buluyor. Bu çiftte yalnızca 3 blok öteye gideceğini söyledi. Mecbur düşük söyledik gene. 2 dakika sürmedi indiler. 10 dolar demiştim. adam cüzdanını çıkarttı baktı yok hep 20lik var. Sonra öbür cebinden bir tomar para çıkarttı baktı hepsi 20 lik 50 lik !. Kadın açtı çantayı baktı ondada bir tomar 20lik! Hay Allah'ım dedim ya ne var yani 20 dedirttirseydin bana :). Dedim 20 ver ne olcak :) Vermedi. Bekle bizi o zaman burda şu mağzaya girelim bizi geri de götür hem de güzel tip verelim sana dedi. İyi dedim. Başladım beklemeye. Yarım saat oldu yok. 45 dakika oldu yok. 1 saat oldu yok. Eee dedim başlayacam şimdi mağzana...

Tam o sırada yine o adam aradı. Gel bizi al diye. Ulan zaten geldi mi hepsi üst üste gelir. Orda 1 saat beklerken tam 3 kişi sordu hepsine yüksek fiyat çektim kaçtılar. Üstüne bu adam gelmedi ve öbürü çağırıyor! Dedim başlarım zenciye ben gidiyom. Gittim aldım adamı bir güzel götürdüm Central Park'a bıraktım. Ben seni gene ararım dedi gitti :)

Akşam garaja geldiğimde gene aradı downtown a gideceğini söyledi. Kabul etmedim. Biliyorum çünkü söylediğim fiyatı hayatta kabul etmeyecek :) Yarın kaçta başlıyorsun dedi bu seferde adam iyice yapıştı yani anlayacağınız :) Üstelik ertesi gün de ayrılacaktı yani uçağı vardı. Son gün aramadı. Hoş zaten ben 3 turdan ondan alacağımı almıştım zaten ve sabahta yarışım vardı erkenden. Yarış detayları bir sonraki yazıda :) Biraz sabredin bakalım... :)

3 Haziran 2009 Çarşamba

Şimdi reklamlar :)

Önceden böyle sunarlardı reklamları televizyonda :) Bende öyle sunayım dedim. Yazılarımın listelendiği sağ tarafta artık reklamlarım var. Bunlara tıklayarak bana yardımcı olabilirsiniz. Hoş henüz daha başarılı bir para transferi yapmadığımdan işe yarayacak mı gerçek mi bilmiyorum ancak şu anda 3.46 dolar kazanmış görünüyorum :) Eğer işe yarar da birde en çok tıklayanları keşfedebilirsem döndüğümde en büyük hediyeyi ona vereceğim :D

Bugün okulun yaz dönemi kayıdını yaptırdım. 15 Haziran - 23 Temmuz arasında hızlandırılmış olarak iki dersi haftada 4 günden alacağım. 3550 dolar borçlu biriyim şu anda. Bakalım 23 Temmuz'a kadar ödeyebilecek miyiz...

Sağlığımda pek iyi değil şu sıralar. Zamanında Çanakkale-Didim arasında yaptığımız bisiklet turu esnasında İzmir dolaylarında turu yarım bırakmama neden olan dişim yine iş başında. Ortası dolgu ile doldurulmuş olan azı dişim dayanamadı bir taraftan patladı. Bir bölümünü kaybettik yani dişin. 1-2 diğer dişimde de dolgu düşmesi oldu. Burada sağlık hizmetleri baya pahalı. 700-800 dolarlardan bahsediliyor ama bakalım bu sorunu nasıl çözeceğim.

Dişim kırık, bisikletim kırık, cebim delik, işlerim bozuk. Ama yarışıyoruz işte. Sıkıntılar aşağı çekmeye çalışsa da sevenlerin desteği ile çıtayı bir adım daha öteye götürmeye devam ediyorum. Hoş kimse dert sormayı, dinlemeyi sevmiyor herkes kendi derdini anlatmayı, dinlenilmeyi seviyor ama yinede burayı ziyaret edip 1-2 kelime güzel birşeyler yazan insanlar da bana yetiyor.

Aslında buraya yansıttığımdan çok fazla sıkıntı ve problem yaşıyorum. Genelde buraya pastanın en güzel kısımlarını koyuyorum. Çünkü kimse dert dinlemekten sıkıntı dinlemekten hoşlanmıyor. Umut dolu, neşe dolu yazılar insanı daha çok okumaya itiyor.

Her neyse, son durumlar böyle, işlerde pek bir kıpırdanma yok hala. Borçlar da oldu diz boyu :) Sağlıkta su koyvermeye başladı ama Kıvırcık yine de bir kap dondurma kendine hediye edip kıyıda köşede sevinen bir çocuk gibi kendini idare etmeye devam ediyor :)

Yılmak yok. Yola devam...

29 Mayıs 2009 Cuma

Highbridge Park dağ bisikleti yarışı

İnternetten buradaki dağ bisikleti aktiviteleri hakkında bilgi edinmeye çalışırken daha önceden kayıt olduğum www.nycmtb.com adlı sitede manhattan içinde yapılacak bir yarışın ilanına rastladım. Yarış tarihine baktım hemen. Tarih ertesi günü gösteriyordu. Gözlerim açıldı tabi bir anda :) Bu kadar yakınımda bir dağ bisikleti yarışı olacaktı ve ben buna katılmayacaktım öyle mi? Elbette hayır :)

Aksi gibi o gece Manhattan'dan Brooklyn'e eve bisikletle gayet yüksek bir tempoda yine geliş rekorumu geliştirerek ( 51 dk ) gelmiştim. Yani bir miktar yorgundum.



Ertesi gün normal bir seyir içinde çalışmaya başladım. Çünkü yarış akşam 7 de başlayacaktı. Adamlar çok güzel bir seri başlatmış. Perşembe akşamları dağ bisikleti serisi. Sadece perşembe akşamları saat 7 de yapılacak olan 5-6 yarışlık bir seri bu. İnsanlar çalışıyor olsalar bile işten çıktıktan sonra 30-40 dakika gibi çok yıpratıcı olmayan bir süre içerisinde yarış heyecanını yaşayacaklar.

2 saat pedicab de çalışıp 30-40 dolar para kazandıktan sonra işi bırakıp bisikletimi alıp metroya atladım. Taaa uptown da bir yerlere 191. sokak cıvarında bir yerdeki parka gittim. Aksi gibi local giden tren o durakta duruyor sadece 50. sokaktan 190 a yarım saatte ancak çıktım.

İneceğim istasyona geldiğimde yarışa yalnızca 5 dakika vardı ve ben istasyondan çıkış merdivenlerinin en uzağında bir yerde inmiştim. Vakit kaybetmemek adına atladım bisiklete ve başladım istasyonda hızla merdivenlere doğru sürmeye :D. 10 saniye geçmedi ki bir polis gözleri fal taşı gibi açılmış olarak önüme atladı ve o an polis ile birlikte içimden tekrarladım : " kimliğini ver "

Anlayacağınız istasyonda bisiklet sürmek yasak olduğundan ceza yiyorum :) Üstelik yarışa 5 dakika var... Yetişelim derken geç kalacağız. Verdim direk kimliği ve ceza kağıdındaki tüm boşlukları daha o söylemeden söyledim. İçimden yaz biran önce de bırak gideyim yetişeyim bu yarışa diyordum o da inadına yavaştan alıyordu...

Neyse yedik cezayı yapacak birşey yok. Allahtan yarışın başlangıç noktası istasyona yakınmışta hemen gittim son anda yetiştim. İşte şimdi hiç bilmediğim bir parkta, hiç bilmediğim bir parkurda yarışmak üzere start çizgisindeyim...

Alıştım artık diyebilirim gözü kara yarışmaya. Kalifornya'da da öyle olmuştu. Pek bir umudum da yoktu zaten en arkada masum masum duruyordum :D. Derken startı verdi bizimki. Başladık asfalt yoldan tırmanmaya. Orta halli diklikte orta uzunlukta bir yokuştu. Baktım kimsenin gitmeye niyeti yok ayağa kalktım başladım yüklenmeye. en tepeye geldiğimde bir de baktım ki en öndeyim!



Bu moral ve heyecan getirdi tabi :D. Ancak bir anda kendimi garip hissettim. Yalnızdım ve önüme ne çıkacağını ve nereye gideceğimi bilmiyordum. Asfalt bitti ve arazi başladı. Bir anda saçma sapan dizilmiş olan kayalar ve ağaç kökleri beni karşıladı. Şaşırdım. Hayt huyt diyene kadar pat kıvırcık yerlerde :D .

Yarış sonunda birinci olacak olan eleman yetişti tabi geldi geçti ben kendimi toparlayana kadar. Adam parkuru adı gibi biliyor tabii. Derken ikinci ve üçüncüye de yakalandık tabi. Bu noktadan sonra birinci uçtu gitti göremedim bir daha ancak ikincilik için çok zevkli bir mücadele vardı :)

Parkur o kadar zevkliydi ki Manhattan'da böyle bir parkur olacağı aklıma bile gelmezdi. Dar patikalar, S çizen inişler, teknik inişler, tırmanışlar...

İlk tur acayip çekiştik 3 kişi. Bir arkadaki geçiyor bir ben geçiyorum derken S çizen bir patika da diğer ikisi birbirine girdi, diğerini yolun dışına taştı ağaca çarptı geri geldi tekrar ona çarptı derken ikisi de önüme kabak çiçeği gibi serildi :D Eee tabii banada geçmek kaldı. Bu noktadan sonra aşağı kadar indik ve ikinci tura girdik. Artık tabii nerede nasıl gideceğimi bildiğimden ilk turdaki kaybolmalarım, sağa dönecekken sola dönmelerim, tökezlemelerim tarihe karışmıştı. Arkadadakileri belli bir mesafede tutarak tam gaz tamamladım turu.

İkinci olduk :) Belki parkuru bilseydim birinci ile kapışabilirdim ama napalım buna da şükür. Sevinmem gerekir belki ama sevinemiyorum çünkü yarıştan sonra bisikletimi kenara koyduğumda bisikletin arka tarafında ters giden birşeylerin olduğunu fark ettim. Yakından baktığımda arka çeki borularının birinin ilk düşüşümde çatladığını gördüm. O an tabii tüm güzel hava karanlıklar içine döndü benim için. 2000 küsür dolarlık gövdeyi rezil rüsva ettim. Bir çaresine bakacağız artık yapacak birşey yok... Gidenle, ölene çare yok...



Tam da seviniyordum bol bol yarış olacak manhattan da diye. Elbet yine gireceğim bisikletim bu halde olsa bile ve buradan yine haberlerimi almaya devam edeceksiniz. Kıvırcık'ta bisiklet aşkı bitmez. Teker döndüğü sürece bizde seledeki yerimizi alırız her türlü :)

Görüşmek üzere...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Kıvırcık'tan haberler

Uzun zaman oldu ki kendi hayatımdan ve yaşantımdan bahsetmedim. Biraz olsun ben neler yapıyorum anlatayım.

Kalifornya'dan geldikten 15 gün sonra taşındım. Eski evimizle aynı sokakta öbür köşe başında yeni bir evde oturuyorum artık. Sebebi sayımızın artık iyiden iyiye artmış olması. Bir kısmını bölmek gerekliydi :)

8770 sakini değiliz yani artık. Yeni evim diğerinin aksine giriş katında değil 2. katta. Üstelik pencerem kocaman bir ceviz ağacına bakıyor. Bu açıdan sevinçliyim. birazda olsa yeşil görmeye başadım. Evimiz diğerine göre daha sıcak bir ev. Yani demek istediğim biraz daha ev gibi ev. Koltuklarıyla mutfağıyla alışmış olduğum fotoğrafa daha yakın.



Ve okul... Şu günlerde tatildeyim :) Master'ın ikinci dönemi geçen hafta itibariyle bitmiş bulunuyor. Bitti ama beni de bitirdi yani. Son haftalar inanılmaz bir ödev trafiği ve final hazırlığı ile geçti. Neyseki bir kazaya uğramadan bu dönemi de kapattık.

Notlara gelirsek diğer dönem olduğu gibi A lar yok :) Bu dönemki profesörler inanılmaz sinir bozucu ders anlatıyorlardı ve en kullanılmayacak detayları öğrenmemizi istiyorlardı. Hal böyle olunca en zevkli olması gereken dersler en sıkıcı dersler oldu ve bende isteksiz yaptığım ödevlerden B aldım. Açıkcası çok da fazla umursamadım. Bu dönem, bitse de gitsek havasındaydım genelde. Ancak ingilizce iletişim dersi çok güzeldi. İngiliz bir kadının geldiği ders çok planı ve güzel gidiyordu. Her hafta bir ödev verdik. Sürekli iş yeri yazışmaları, cv hazırlama, işe başvurma, işe alma gibi konular üzerinde durduk, konuştuk.

Bu arada hayatımın ilk iş görüşmesi (en azından provası:)) ingilizce oldu. Bu derste son 3 hafta herkes sanki gerçekten bir işe başvuruyormuş gibi bir iş seçti, cv hazırladı ve sınıftan seçilmiş 3 kişinin önünde işe alınmaya çalıştı :D Şansıma sınıfın en baba elemanı da beni sorgulayanlar arasındaydı ( Kendisi ANSI yani amerikan standartlar enstitüsünde çalışıyor :))) . Bana kıl kıl sorular sordu ama bir şekilde üstesinden geldim :)

Hemen yaz dönemi için kayıt olduğumu da belirteyim. Yaz için 2 ders aldım. Haziran 20 - Temmuz 20 arasında yapılacak bu dersler için haftada 4 gün okula gideceğim. Bu ne demek oluyor? Geriye 3 dersim kaldı ve bu da demek oluyor ki Aralık 25 itibari ile master olayı da bitmiş oluyor :) Yolun yarısını devirdik. Umarım güç veren Allah gerisini de başarmayı nasip eder...

Sonrası mı? İçimden bir sebepten dolayı deli gibi dönmek geçiyor, hemen belki de şu anda. Ancak bilemiyorum bu durum biraz karışık. Ha bu arada kayıdımı yapan kişinin türk olduğunu ilk okula başladığım günlerde yazmıştım. Kayıdımı yenilerken yaz dönemi için sen bitirir bitirmez sana iş ayarlarız dedi. Üstelik bir arkadaşta geçen hafta eleman aranıyor ilgilenir misin diye mail attı. Bende ilgilenirim dedim ama daha cevap gelmedi. Fırsatlarda yavaş yavaş çıkmaya başladı aslında ama iyi bir fırsat çıkmadığı sürece yani bu fırsat kaçmaz denli bir fırsat çıkmadıkça döneceğim. Valla bilmiyorum bu okula başlarken de "Tek bir okula başvuracağım olursa olur olmazsa dönerim " demiştim ve kayıt yapan kişinin türk çıkması ve irfan abinin desteğine kadar o kadar denk gelmişti ki hayır demek aptallık olurdu. Bakalım... Kısmet...

Ve iş... İşler hala daha istenen düzeye gelmedi. Geçen hafta çok çalışmamın sonucu iyi kazandım ama normal bir yaz sezonu gibi değildi yine de. Çok fazla bisiklet var bu sene ve daha az turist var. Bence bir çok pedicabci garaj sahibine çalışacak bu sene. Bakalım neler olacak. Kurs borcum olan 3200 doları ödedim neyse ki ancak yaz dönemi için 3500 dolar çıktı şimdi başıma. Dilerim işler normal yaz düzeninde giderde boyunumuz bükülmez. Hali hazırda bulunan 1-2 pedicab hikayem daha var onları da sizlerle paylaşacağım. Sonrasında işin biraz yaşamsal kısmıne edebi bir giriş yapmak istiyorum :) Elbette vaktim olursa...

Görüşmek üzere...

24 Mayıs 2009 Pazar

Müşteri memnuniyeti :)

Broadway'deki bisiket yolundan aşağı doğru iniyorum. Bu yol genelde sakin olur çünkü pek alışveriş mağzası yoktur Macy's e kadar.

Broadway'in geçen yıl değiştirilen tasarımında bisiklet yolu ile araba yolu arasında insanların oturabilecekleri masa ve sandalyeler var. Yolun sonundaki en son masaya geldiğimde tam yeşil yandı basacağım diye sevinirken masadan biri bana el kaldırdı.

Şaşırdım çünkü genelde her mekanı yürüyerek gezen ucuzcuların mekanı olan bu masalardan daha önce hiç müşteri almamıştım :)



Kadın çok yorulmuş, dolaşmaktan artık tabanları acımış bir yere kıpırdanamıyor :) Ama diğer yandan gezmektende geri kalmıyor hanım :) bize bir tane daha lazım dedi. Neyse ki arkadan başka bir pedicab ci daha geliyordu. Kadın önce fiyatı sordu. Rockefeller Center'a gitmek istiyorlardı bisiklet başına 20 dolar dedim. Hepsi birbirlerinin yüzüne baktılar ve kadın ben gidiyorum diyince diğerleride ona uymak durumunda kaldı :) Kadın baya baskın anlaşılan grup içinde :)

Kadınları oturttum bir güzel. Kadının bavulunuda tam ben alacakken zenci ben yaparım diyip bir güzel yerleştirdi. Bende kadına dönüp "Uzat şöyle ayaklarını mis gibi, yaslan geriye ve tadını çıkart ohh..." dedim.

Yola çıktığımızda arkada konuşmalarına kulak misafiri olduğumda kadın kaç para olursa olsun buna değer diye söylüyordu. "Eğer zor durumdaysam ve kendimi bana bu iyi hissettiriyorsa, beni içinde bulunduğum durumdan kurtarıyorsa kaç para olduğunu kimin umrunda?" diyordu :)

Fiyat zencilerin içine oturmuş olacak ki " Sırf merakımdan soruyorum, taksi ne kadar tutardı?" diye sordu :). Bende biraz abartıp 10-15 falan dedim 3-5 dolar tutacak yola :D. Bari içi rahat olsun değil mi ama :)



Masadan kapıya teslim gezimiz Rockefeller Center'ın önünde son buldu. Bavulu indirirken zencinin neden atıldığını anladım. Kadınlarda inerken "Vay be ne kadar ağırmış 3 kişi taşıdığımı bilmiyordum. Bilseydim daha fazla şarj ederdim" dedim :) Gülüştüler, çok çok teşekkür ederek gökleri gelen Rockefeller Plaza'ya tıngır mıngır ilerlediler...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Çığlık çığlığa Times turu :)

Akşam seansındayız. Şovlar henüz dağılmış ve bizler deli gibi müşteri kovalıyoruz. Elbette polisler başımıza bela, göz açtırmıyorlar. Şehirde bisiklet sayısı iyice artmış artık konvoy halinde gider vaziyetteyiz. Elbette boş pedicabler konvoyu :)

Şovlardan çıkanların dağılması ile birlite gece seansı bitiyor elbette. Şu sıralar kimse times da vakit harcamıyor. Şov müşterisi zaten şovundan sonra bir şekilde oteline gidip dinlenmeye çekiliyor.

Şovdan 1 müşteri alabilmiştim Times da son dakikalarımı harcıyordum artık. Broadway den aşağı doğru sallanırken ve her gözüme kestirdiğime yanaşıp binmeye teşvik ederken son denememin sonuç verdiğini görüyorum.



Teredütte kalan kadın belli ki hiç bir yere gitmecek olsa bile bu değişik icadı demek istiyor :) Nereye gitmek istersiniz diye sorduğumda aldığım yanıt "bilmiyoruz" oldu çünkü. Hemen bir Times Square turu önerdim ve fiyatını söyledim. Kadın bir çocuklara birde kocasına baktı onay alabilmek için ve sordu: " Hepimizi nasıl alacaksın bu şeyin üstüne?"

Hemen bir Broadway paketi yaptık tabi :) Usül, yordam belli. Koca kıçlar alta ufaklar üste :D. Pasta misali... :)

Elbette pedicab deki ilk deneyimleri. Çocuklar daha ilk pedal atışımdan itibaren kıkırdamalara ve bağrışmalara başladı :) Dedim içimden normaldir tabi daha yeni başladık. Ancak ilerleyen dakikalarda öyle olmadığını anladım :). Her köşe dönüşümde veya bir arabanın arasından geçtiğimde Broadway inliyordu resmen. Ufaklıklar çığlığı basıyor ardından da gülmeye başlıyorlardı. Elbette herkes gene bize bakıyor :)

Hay Allah'ım ya dedim ne var bunda bu kadar çığlık atılacak. Üstüne birde daha hızlı, daha hızlı diyorlar. Elbette onlara uyacak değilim. Diğerleri gibi bu akıma kapılıp ondan sonra çocukları broadway asfaltına hatıra olarak iki seksen yaymak istemiyorum :D.

Valla acayip gürültülü bir Times turu oldu :). Başladığımız noktaya geldiğimizde çocuklar hala daha hızlı demeye devam ediyordu. Dedim "bitti bitti hadi yallah" :)

Yine de güzel bir turdu ve bu aile fotoğraf makinemin hafızasında yer edinmeyi hak ediyordu :)

19 Mayıs 2009 Salı

Tur içinde tur :)

Rutin çalışma günlerinden biri. Akşam saatlerine doğru 5. caddeden aşağı doğru iniyorum. Bugün de pek iyi değil işler ama ufak tefek de olsa birşeyler kapmayı beceriyorum. Damlaya damlaya göl olur misali hiç bir kısmeti kaçırmadan pedallıyorum New York sokaklarında.

Şanslı olacağım ki yolun sağ tarafına geçtiğim an 3 tane genç kız beni durdurdu ve 4 blok ötedeki NBA Store a gitmek için bana fiyat sordu. Zaten ne hikmetse son zamanlarda ya çok yakına gidecek olanlar yada en uzağa gidecek olanlar buluyor beni hep. Bu kadar yakın mesafe için ne denilebilir ki...

"Kişi başı 5 dolar atın götüreyim sizi hadi" dedim. Şöyle bir birbirlerine baktılar. Hepsinin yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Binmek istedikleri bariz bir şekilde belli oluyordu. Çok direnmediler ve atladılar arkaya.

Şirin, incecik 3 kız kolayca sığdılar arkaya. Haliyle 3-5 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra vardık NBA mağzasına. Elbette 3-5 dakikalık bir yolculuk olsa bile trafiğin içinde cambazlığımızı yaptık ve etkiledik müşterilerimizi. İnerken " Biz biraz dolaşıp çıkacağız, sonra bizi otelimize götürür müsün?" diye sordular. Ohh dedim tamam bir 20-25 daha kopar bunlardan derken otelinde 6 blok aşağıda olduğunu söyleyince biz gene fiyat kırmak zorunda kaldık tabii ki :). "Tamam" dedim. "Bekliyorum köşede".

Kısmet bu ya tüm gün müşteri peşinde koşan ama zar zor müşteri alan ben, köşeye geçerken bir zenci tarafından durduruluyorum. "Bana iki tane lazım" bul gidelim diyor ama ben mecburen pek oralı olamadım ve köşeye geçtim. Çünkü bir söz verdiysem eğer bu sözü ne olursa olsun tutmam gerekir diye düşünürüp hep. Eğer bunları alsam şimdi ve sonra kızlar çıksa beni burda bulamasa hissedeceklerini düşününce ve arkamdan konuştuklarını hissedince tüm moralim bozulacak gene biliyorum.

Şans bu ya tam o sırada adam ısrarla ikinci pedicabi yolun karşısından çevirmek suretiyle amacına ulaştı ve ikinciyi de getirdi yanıma. Hiiç fiyat sorma falan olmadan ikinciye times square e gideceklerini söylediler ve ilk ikisi atladılar arkasına. Sonrada diğer ikisi koşarak geldi ve benim bisiklete atladı.

Allah'ım sen affet diyerekten çıktık artık yola yapacak birşey yok. Turu aldığım kişide şehrin en azılı fiyat çakan türk ü oldu. Bu turun sonunda bu zencilerin yüz ifadesi kesinlikle değişecek eminim ama bakalım ne olacak :)

Diğer pedicabci de işini biliyor tabi bir an önce gidebilmek ve başka müşteri alabilmek amacıyla arabaların arasından slalom yaparak kırmızı ışıkları yeşil görerek bir çırpıda indik Times'a. Times her zaman ki kalabalığıyla karşıladı tabii bizi. Artık güneş batma kıvamına geliyordu ve ortam gittikçe güzelleşiyordu.

Aksi gibi Times'ın en uzak köşesine 42. sokak 8. cadde ye gittik. Orası olduğunu öğrenince acaba şu anda kızlar bana neler sayıyordur acaba diye geçti içimden :) Neyse bir restorantın önünde indirdik bunları. Ben elbette fiyat işini turunu alan kişiye bıraktım ve yüzleri seyre başladım :)

7 blok ve 2 cadde için bisiklet başı 30 dolar çektiğinde zenci dalga geçtiğini sanıp gülmeye başladı ama bizim elemanın ne kadar çetin olduğunu bilmiyordu daha :) çatır çatır aldı parayı. Haliyle bana da vermek durumunda kaldılar aynısını. Parayı elime uzatır uzatmaz kaptım ve ok gibi uzadım. Nereye mi? Elbette NBA store'a :)

Deli gibi bastım 3-5 dakika içinde geldim yeniden mağzanın önüne. Saatime baktım tam 20 dakika geçmiş. Off ya çok olmuş kesin gitmişlerdir artık beni mi bekleyecekler diyip 1-2 dakika soluklanayım dedim köşede. Tam artık yeniden işe dönmek üzere kalkmıştım ki kapıdan çıka geldiler :D

Sanki hiç birşey olmamış gibi "ooo, welcome back" diye karşıladım onları. Yeniden bindirdim şirin kızlarımı ve sohbet muhabbet otellerine bıraktım.

Şans işte yarım saat içinde 60 dolar kazanmış oldum. Heyecanlı bir trafikti :) Allah'a şükür ki bir turun içine başka bir turu sorunsuz örtüştürmek nasip oldu ve yeniden New York sokaklarına neşe ile tekrar döndüm :)

14 Mayıs 2009 Perşembe

Böyle müşteriye can kurban :)

California sonrası soluksuz iş başı yaptık. Havaların biraz daha düzelmesi ile birlikte artık dışarıda daha fazla vakit harcayabiliyoruz. Elbette bu da gelir artışı demek. Lakin hala daha turistler şehre gelmiş değil ki bu yıl oldukça kötü geçecek gibi görünüyor...

Herneyse, 5. caddeden aşağı doğru salmış gidiyorum. Öğle vakti, öyle iş miş yok. Soran dahi yok. Hani soran olsa fiyatı yerlere düşürüp yine alacam yani o derece. Nasıl olduysa adamın biri el etti. O heyecan ve sevinç ile birlikte adamın yanına yaklaştım. Artık kaçarı yok ne yapıp edip alacam bu adamı.

"Apple store" dedi. Eyvallah dedim sonrasına elbette klasik soruyu yapıştırdı : Ne kadar? 20 dolar dedim adamın gözleri fal taşı gibi açıldı :). Normalde olsa 30 dan aşağı denmez ama naparsın işte. Bana indirim yap dedi 15 e falan indik onuda beğenmedi illa tutturdu 10 diye. Hay Allah'ım nerden buluyorum bunları ben :)

Neyse aldık napalım iş iştir. Götürdük adamı Apple store'a. Yolda sohbet muhabbet. Sri Lanka'dan gelmiş 1 günlüğüne iş için. İş arası çocuklarına birşeyler alabilmek için mağzaları dolaşmak istemiş ama vakti yok pek. Neyse konuştuk baya geldik Apple'a dedi eğer beklersen ben burdan başka bir mağzaya daha gideceğim dedi iyi dedim oturalım bari biraz burda.

10 dakika sonra geldi :) Fiyatlar pahalı gelmiş :D. Neyse yeniden inmeye başladık 5. caddeden aşağı bu bi dondurma arabası gördü dur dedi. Şurdan bir dondurma alalım dedi. Ben istemem falan desem de bana da aldı. Çektik kenara başladık yemeye sohbetle birlikte. Fiyatı da konuşmadık yani hiç. Normalde böyle başlayan hizmetlerimde 100 dolar konuşur ama bakalım ne olacak :)

Neyse yeniden çıktık yola bu disney store'u gördü dur dedi 2dk durduk. Ufak bişey aldı geri çıktı devam ettik. Giderken bu seferde bir gyrocu gördü. Karnı açmış beyfendinin. Bana 53. sokaktaki ünlü gyrocuya gidelim dedi. Bende dedim bırak onu ya bir numarası yok onun bizim yediğimize gidelim dedim götürdüm bunu 50. sokağa. Orda da bir güzel oturduk gyro yedik :)

Sonra dedi son bir yere daha gidecem sonra beni otele bırakırsın dedi. İyi dedim kalk bakalım. 2 sokak arkadaki bir yere gittik sonra da 5 sokak ötedeki oteline gittik. Ve iş geldi para mevzusuna :). Normalde böyle bir tur için 100 den aşağı söylemem ama harekete 10 dolarla başlamışız ne yazık ki :) Yine de yüksek derdim de adamı sevdim o kadar yemek ısmarladı, dondurma aldı falan hadi 60 yeter dedim. Çıkarttı verdi, üstüne bir kaç dolarda tip verdi. İyi adamdı be :) Böyle müşteriye can kurban :)

6 Mayıs 2009 Çarşamba

California 4. gün

Ve geldik işte son güne. Artık rutinleşmiş olan sabah 15 km pedallama faslı oyun gibi geliyor :) Son gün ya nasılsa, artık küfür ederek değilde ıslık çalarak tırmanıyorum yokuşları erken bir vakitte.

Media Center'a gelip son kahvaltımızıda bir güzel yapıyoruz basın ailesi olarak. Sonra vuruyoruz yine kendimizi fuar alanına. Benim beklediğim Pazar günü herkesin buraya akın edecek olmasıydı. Ancak karşılaştığım ortam beni şaşırttı. Çünkü saat 12 olmasıyla birlikte festival alanında neredeyse adam kalmadı. Downhill yarışının saat 1 de bitmesinden sonra herkes dağıldı. Firmalar çadırlarını toplamaya başladı. Bende zaten çoğu önemli görüşmelerimi yaptığımdan sona kalan basit markaların çadırlarında fotoğraf çekerek geçirdim öğlen vaktini. Aslında buraya gelmeden önce daha büyük ve şaşalı bir fuar alanı bekliyordum bu bir gerçek ama beklediğim olmadı. 3 çember halinde dizilmiş olan kısa sürede gezilebilecek bir fuar alanı vardı. Firmaların neredeyse yarısı eski ürünlerini getirmiş hem satış yapıyor hem de alıcılarına bedava teknik destek veriyordu.



Hal böyle olunca bende çoğu yeniliği kapmış olaraktan birazda UCI yarışını takip etme eğilimine girdim. Önce SRAM çadırına uğrayıp sonunda sakinleşen tamir alanına uğradım ve biskiletimi kendilerine emanet ettim. Madem bedava destek hizmeti var bizde yararlanalım değil mi :D.

Yani anlayacağınız artık mikrofonum yok bisikletimde :D. Takım arkadaşlarım bunu anladılar elbette ama çoğunuz anlamadı elbette :). Taaa geçen yılın Alanya Kızılalan yarışında kayalık bir tırmanışta bisikletin direksiyonundaki amortisör ayar kolunu diz atıp kırmıştım ve o günden bu yana 1 yıldır bisikletimde öylece sallanıp duran kol artık tarih oldu :D. Kendisi 100 dolar olduğu için almaya yanaşmamıştım öyle kullanıyordum :D amma SRAM çadırı sağolsun tek soru sormadan çat diye değiştirip verdiler :) Bu festival en çok bisikletime yaradı vallahi.

Neyse :) yarışlara geri döndüm sonra en baba yarış olan Sauser'in katıldığı UCI yarışının finişinde pusuya yattım. Önce bayanlar geldi. Onların turu daha kısaydı tabii. Gelenlerle yapılan röportajlara ortak oldum ve fotoğraf çektim. Kısa bir süre sonra Sauser tüm ihtişamı ile finiş çizgisini geçti. Dünyaca ünlü bu sporcu ile yan yana olmak "how was the race" demek güzel bir duygu :). Tebrik ettik uğurladık :)

Sauser e amerika da yarışmak ile avrupada yarışmak arasındaki farkı sordu bir gazeteci. Cevap: Amerika da izleyiciden çok gazeteci vardır, Avrupa da ise gazeteciden çok izleyici :)





Hak vermemek elde değil çünkü son gün gerçekten bu yarışı izleyen bir Allah'ın kulu yoktu gazetecilerden başka. Herkes iniş yarışlarını ve akrobasi içeren yarışlara odaklanmış burda. Doğrusu ilginçti.

Bugünün bu kadar çabuk biteceğini düşünmüyordum açıkcası. 4 gibi çadırlar toplanmıştı bile. Bize de festival alanına veda etmek düştü. Otele doğru zorlu maratonun son sürüşünü sağ salim atlamanın keyfiyle birlikte mutlu bir sürüş gerçekleştirdim.

Otele geldiğimde benden mutlusu yoktu. Gidebilecek miyim, Sorun çıkacak mı? Becerebilecek miyim? derken sağ salim bitirdik işte. Elbette bir son her zaman yeni bir başlangıcın öncüsüdür. Şimdi bol bol haber yazma vaktiydi ve dönüşte beni birikmiş ödevler ve hazırlanması gereken sunumlar bekliyordu. Üstelik para kazanma derdi pedicab de 1 haftalık arayıda kapatmak gerekiyordu.

Hiç kolay olmadı doğrusu 10 gün boyunca şöyle koşturmadan rahat rahat oturamadım. İnanılmaz bir tempo vardı hayatımda. Hiç bir şeyi aksatmadan herşeyi başarıyla yapabilmek inanılmaz stressli ve yorucu oldu. Kendime şaşırdım biraz da. Yapabildiklerimi ve yapabileceklerimi görmek güzeldi.

Elbette bu işin birde dönüşü vardı. Hala yırtmam gereken bir 175 dolar vardı (uçak için bisiklet ücreti) :D. Havaalanına sırtımda dağcı çantası, direksiyonun bir tarafına asılı bir laptop, diğer tarafına çantalara sığmayan ayakkabı vs. direksiyonun üzerinde de kocaman bir bisiklet çantası ile geldiğimde herkes bana tip tip bakıyordu :D.




Arkada kuytu bir yere geçtim ve bisikleti en ufak parçalarına kadar ayırdım. Aynı taktiği uygulamam gerekiyordu. Ya bu alet o ufacık x-ray cihazından geçecekti yada ben 175 dolar bayılacaktım. Yarım saatlik bir uğraş sonrasına paketleme sürecine tanık olan otopark görevlisi gelip beni tebrik etti :D. Başarılı olmuş olacağım ki x-ray cihazı da paketime hayır demedi :)

Ve işte dönüyoruz... Elveda Pasific okyanusu. İlk hedef Arizona. 2 saatlik bir uçuş sonunda Arizona ya geldik. Çöl tabii heryer bir şey beklemiyordum zatende uçağın rötar yapmasınıda beklemiyordum. 3.5 saat havaalanında oturdum kaldım. E tabi boş duracak değildim çektim priz olan bir köşeye oturdum yere (çok kalabalıktı),açtım laptop u ordan da mtbtr için haber yapmaya devam ettim.

Onca rötardan sonra sonunda istikamet New York. 6 saatlik yolculuğa laptop dayanamad elbette. Bende napayım napayım derken alım elime kalemi başladım yazmaya. Yazdım da yazdım. Artık sona yaklaşırken bir anons geldi. New York da hava şartları iyi olmadığından inemiyormuşuz. Haydaa. Başladık New York'un etrafına tur atmaya. Tam 1.5 saat tur attırdılar. Neyseki sonunda sağ salim indik.

Elbette çile bitmedi biter mi. Saat olmuş gece 2. Daha 2 saatlik bir metro yolculuğu var. Sırtta dağcı çantası, elde koca bisiklet çantası ve laptop. Boyumdan büyük yükümle ite kaka metrolarda süründük :). Sabah 5 gibi bizim evin durağında indim. Ama artık mecalim kalmamıştı. Sürükleyemiyordum bile bisiklet çantasını yerde. Bende sırtlandım koca çantayı dağcı çantasının üstüne. Elde laptop çantası sırtta dağcı çantası onun üzerindede kocaman bisiklet çantası :D. Napim tek yol buydu :)

Eve geldiğimde kendimi yatağa attığım gibi öylece uyumuşum. Elbette tüm gezinin yorgunluğu orda o an çıkmıştı. Herşeyi başarıyla tamamlamış olmanın verdiği mutlulukta eklenince üstüne. İnanılmaz keyifli bir uyku oldu :).

Bu California macerası benim için çok güzel oldu. Yoğundu belki ama güzeldi. Dünya'yı biraz daha tanımış oldum. Yeni fikirler edindim. Yeni anılar yaşadım. Elbette bu 4 günün özeti çok fazla bisiklet içeriyor. Bisikletle arası olmayanlara biraz sıkıcı gelmiş olabilir :) Ancak bundan sonra daha çok pedicab hikayelerine ve kendi yazılarıma daha çok ağırlık vermek istiyorum. Elbette vakit buldukça...

Sevgiyle kalın efendim.

Görüşmek üzere.

29 Nisan 2009 Çarşamba

California 3. gün

Gözlerimi açıyorum, sabah olup olmadığını anlayabilmek amacıyla hafif aralık bıraktığım perdenin arasından uyku gözlerle bakıyorum. Hava hala karanlık. Sonra nerden estiyse birde saate bakıyorum. Gözlerim açılıyor bir anda. Saat çoktan 7 olmuş...

Hemen fırlıyorum yataktan kapıyı açıp dışarı bakıyorum. Tüm bulutlar sanki yorgunluktan kendini şehrin üstüne bırakmış. 10 metre ötesi sisten görünmüyor...

Hemen hazırlandım çıktım çünkü yarışım saat 8 de başlayacaktı. Taksi çağırmayı düşündüm ancak vazgeçtim. Hem 25 dolar yüzünden hem de yarıştan önce ısınamayacağım için. Direk binerek gitmeye karar verdim hem ısınırım diye düştüm yollara.

(fotoğraf son gün çekildi :))



Yine küfür ede ede çıktım tabi yokuşları :) Üstelik bu sefer soğuktu ve nemden ıslanıyordum. Yetiştim starta. Start planları gerçekten çok güzeldi. Her kategorinin bayrakçısı var yarıştan önce ilgili bayrağın altında toplanıyor yarışçılar. Vakit geldikçe bayrakçı eşliğinde starta gidiyorsun ve startını veriyorlar.

Bismillah diyip başladık bir maceraya daha. Parkuru neredeyse hiç bilmiyorum. Çok az bir kısmını dolaşma imkanı buldum. Gözü kara gidiyoruz işte milletle birlikte :). Olay tamamen hislerime ve yeteneklerime kalmış artık. Düşeriz kalkarız ama bitirirz herhalde sonunda derken nefes nefese kalmaya başladık bile :)



Kısa bir asfalttan sonra atıldık toprak yollara. Parkur gerçekten çok güzel başladı. Bir yerden sonra bir bisikletin geçebileceği çok uzun bir single track e girdik. İnanılmaz keyifliydi. Bir sağ bir sol dönüyor hafif iniyor hafif çıkıyorduk. Bir yerden sonra tadı kaçtı çünkü önümdeki beni baya bir yavaşlattı yol bitene kadar. Geçebilecek kadar yer yoktu çünkü.

Sonra çıkışlara vurduk kendimizi. Sağlam tırmanışlarda vardı. Çok uzun olmasalarda dikliği yerindeydi. Belli bir zaman sonra tabii grup içinde benzer güçlere sahip olanlar kümelenmeye başladı. Bende 5-6 kişilik bir grubun içine girdim. Bir ben bir onlar geçiyordu. Bu kısımda zevkliydi :). Zirveye geldiğimizi hissettiğim anda ben daha çok yüklendim ve inişe önde girdim. Akılılık yapacaz ya :) İnişin nasıl bir yol olduğunu biliyormuş gibi atladık önden :). Oldukça dik bir iniş karşıladı beni ama düz görünüyordu. Ehh dedim bişey olmaz saldık aşağı. Meğersem taaa en aşağıya kadar kum havuzuymuş :) Tekerlekler bir sağa bir sola kaya kaya zor zar indim. Bu arada işi bilenler yetişti tabi :) ama ben onlara pabuç bırakır mıyım hayır :)




Güzel manzaralar eşliğinde parkur bir indi bir çıktı. Normal bizim yarışlar gibi değildi 25 kilometre ve tek tur üzerindendi. Aslında bu durum daha zevkli kıldı yarışı güzeldi sürekli başka bir yer görmek farklı bir inişi denemek daha güzel.

Ancak jel memleketinde yaşayan ben yanıma jel almadığım için 1 saat sonra kesildim :). Dil dışarı çıkmaya başladı. 1-2 kişiye geçildim. Valla artık halim kalmamıştı onların peşinden koşmaya bıraktım kendi hallerine :).

Son kilometrelere doğru en dik çıkışta seyirciler karşıladı bizi. Aralarında da ponpon kızlar :D. Baktım gelenlere destek çıkıyorlar bakayım şöyle sert,hızlı bir çıkış yapayım ne yapacaklar dedim yüklendim pedallara. Ayağa kalkıp hızımı arttırdım öndekilere yetiştim ve geçtim iki kişiyi. Coştular. Birşeyler söylediler ama anlamadım :D Son anda birisi "hadi bu çıkış son sonra finiş geliyor" dedi. Onu duyunca bende tempoya devam ettim. Finiş alanına doğru birini daha yakladım. Adam biraz heyecan yaptı. Hafif eğimli tek bisikletin gidebileceği yolda karşısına çıkan virajda şaşırdı yere yapıştı :D. Ama geçemedim çünkü yolu tamamen kapamıştı. Sonradan yine bindi ve gitti bende fazla zorlamadım. Zaten birinci olacağımız yok bişey fark etmez dedim :D. Güzelcene finişimizi yaptık. Finişten geçerken bir adam adımı anons etti ve bravo çok güzel derece dedi alkışlandık falan. O an Muammer'in dünya kupası macerası aklıma geldi :D. Şimdi seni daha iyi anlıyorum Muam :D.




Hayret ettim ki hiç bilmeden girdiğim bir parkuru düşmeden tamamladım :D. Hiç bilmeden girdiğim jel almayı unuttuğum, sabah 15 km pedallamak zorunda kaldığım bir yarış için 50 kişiden 16. lık benim için fena değil. Zaten zevkine girmiştim.

Sonrasında durmak yok elbette. Yine fuar alanı markalar ve yarışlar. Bir çok değişik bisiklet yarışı seyrettim. Doğrusu içim gitti onlara da katılmak istedim. Canım sıkıldıkça fuar alanındaki bedava enerji içeceklerden içiyordum, acıktıkça media center a gidip birşeyler yiyordum :)




Saatler çok hızlı geçiyordu. Hemencecik saat 6 oldu bile. Fuar kapandı otele döndüm. Aslında otelde kalmak yerine yarış alanındaki kamp ortamında olmayı tercih ederdim. Adamlar kocaman bir alanı kamp alanı olarak ayırmışlar. İnsanlar karavanlarıyla arabalarıyla gelmiş burada kalıyorlardı. 4 günlük bir tatil gibi. Adamlar gerçekten festival kavramını yaşatıyorlar. Ne güzel valla gel kampını yap, yeni ürünleri gör, yarışacaksan yarış, dolaşacaksan dolaş... mis gibi valla. İnşallah bir gün bizim ülkemizde de böyle bir aktivite olur...