30 Eylül 2008 Salı

Gurbette bayram...

İlk kez bir Ramazan Bayramı'nı bu kadar uzaklarda, tüm yakınlarımdan ve sevdiklerimden uzakta kutluyorum. İlklere devam ediyoruz yani anlayacağınız. Elbette ülkendeki, ailenin sıcaklığı içerisindeki o güzel duyguları yaşamak mümkün değil ancak insan çevresinde o hayatı, o güzellikleri yaratmaya çalışıyor yinede.

Elbette sabah ilk iş, benden 7 saat ileride olan ülkemdeki ailemi ve yakınlarımı aradıktan sonra bayram namazını kıldık ve bizim de bayramımız böylece başlamış oldu.

Elbette burada kimse bizim bayramımızı takmıyor. Hatta öyle ki birçok insan bayram namazından sonra iş başı yapmak üzere metronun yolunu tuttu bile...

Eh biz biraz daha esnek bir hayata sahip olduğumuzdan namaz sonrası Güllüoğlu'nda bir kahvaltı yapalım dedik (!)

Evet yanlış duymadınız Güllüoğlu'nda :). Güllüoğlu Brooklyn şubesi :D. İnanmıyorsunuz mu? Buyrun fotoğraflara :)



İlk başta biraz sinirlendik Hüseyin'le gecikince bizim masanın sparişleri ama sonradan afiyetle yedik gördüğünüz gibi :)



Eh... Bizim bayramımız bu kadar işte... Birbirimizi tebrik etmek, kendimiz için birşeyler yapmak, en azından bir önemli günde kendimizi iyi hissetmek...




Son olarak, taa uzaklardan, New York sokaklarından, görüp göremediğim, konuşup konuşamadığım, ulaşıp ulaşamadığım herkesin bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Dargınların barıştığı, insanların yüzünün güldüğü, mutlu olduğu bir bayram diliyorum hepinize...

29 Eylül 2008 Pazartesi

Türk seferleri

Daha önce anlatmıştım.Amerika'ya geldiğim akşam Türkiye nin maçı vardı ve Tophane de izlemiştik takım arkadaşlarımla beraber. Maç başlamadan önce bir Türkiye t-shirtü almıştım biraz zorla :D. O t-shirt ile gelmiştim Amerika'ya. Cumartesi günü çalışırken yine o t-shirtü giydim. İlk kez işe yaradı. Çünkü bayram tatili nedeniyle Türkler adeta akın etmiş durumdalar New York'a. Cumartesi günü o t-shirt sayesinde 4 müşteri aldım.

Sabah ilk işe çıkıp Apple store a gittiğimde iki kişi yanıma yaklaştı. Adam sen normal sarı taksiye bin git dedi ben buna bineceğim. Şaşırdım. Ne çok sevenimiz varmış dedim. 2 saniye geçmedi Türkçe olarak : " Sen Türksün değil mi?" dedi :). "Evet" dedim. Oteli çok yakında olmasına rağmen sırf bana destek olsun diye bana bindi. Kendisi bir armatörün oğluymuş. 2 sokak gittik 20$ çıkarttı verdi..

Sonrasında bir kadın beni taa yolun öbür tarafından çevirtti. İngilizce olarak bir kaç blok gitmek istediğini söyledi oturdu arkaya. Sonra açtı telefonunu arkadaşları ile Türkçe konuşmaya başladı. O an çaktım tabii davayı, " Arkadaşlarınız nerde bekliyor? Oraya gidelim" dedim, şaşırdı : "Aaa siz Türk müydünüz?" . Belli olmuyor mu diyerek t-shirtü gösterdim,güldü. Bir kaç blok gittik, ne kadar dedi. "Sen ne kadar istersen o kadar" dedim. 10 $ çıkarttı verdi...

Akşamında Times'ın kenarında 8 tane Türk vardı. Toys r uz dan çıkmışlar. Çevirmişler 1-2 tane rus u pazarlık ediyorlar. Eee tabii Türk zekası. En ucuza nasıl kapatırım diye bakıyorlardı tabii. Ruslar pek oralı olmadı. Biz hemşeri ayağına kaldık orda. Dedim 15$ dan götürürüm sizi otele, otel de 3-4 sokak yukarıda. Dedi başka bir kaç tane daha çevir. Baktık gelmedi. Dedim durun burda ben 4 seferde taşıyayım sizi :). İlk postayı aldım götürdüm, döndüm sonra ikinciyi :). Üçüncü seferi de ev arkadaşlarımdan biri ile yapıp seferi tamamladık :)

Fotoğraf makinemi almıyorum bayadır yağmur yüzünden. Almış olsaydım hepsini sizlere gösterirdim ama kısmet sonrakilere artık...

26 Eylül 2008 Cuma

Stay connected




Ve işte uzun süredir unuttuğum bir detayı daha affolsun diye şekilli şemalli günlüğüme koyuyorum :). Son günlerde New York'a gelecek olan veya hali hazırda Amerika'da bulunan arkadaşlardan sık sık telefon isteği geliyor. İşte arkadaşlar buyrun telefonum :).

Bu arada bu telefonu yalnızca 25$ a aldığımı belirteyim. En ucuzu buydu valla napalım. Daha ucuzu olsaydı onu alacaktım ama yoktu :D. Ancak yine de fiyatına göre iyi çalışıyor. Renkli ekran, handsfree, poly melody özellikleri var. Anlayacağınız benim eski 3510 u emekli ettik.

Buradaki telefon sistemi inanın Türkiye'den daha kötü. Telefon çekmese dahi telefon çalıyor. Uyanıklar kapsama alanı dışında dedirtmemek için her numarayı yapıyor. Arama yaptığınızda ilk 3 çalma sesi haybeye geliyor. Yani siz çalıyor sanıyorsunuz ama aslında 3. çalmadan sonra karşı taraf aramayı görmeye başlıyor.

Ancak tüm bunların yanında size onlarca ödeme seçeneği sunuyorlar. Ben aylık anlaşmalı olarak aldım. Ayda 51$ vererek 300 dakika her yöne , t-mobile içinde sınırsız kullanıyorum. Eğer ay sonunda ödemezsem hattım askıya alınıyor. Pahalı gibi görünse de fena değil yine de...

Evet arkadaşlar, her saat,her dakika beni arayabilirsiniz. Telefonlarınızı bekliyorum :D. Aaa bir saniye biri arıyor... Alo... :)

24 Eylül 2008 Çarşamba

Kısa..Kısa

Biliyor musunuz, insan bu işi yaptıkça kadere ve kısmete daha çok inanır oluyor. Çünkü bazen o kadar enteresan olaylar ile karşılaşıyorsunuz ki, şaşırıyorsunuz.

Örneğin hiç sebep yokken içinizden bir anda 47. sokağa dönesiniz gelebiliyor ve sokağın ortasında 15 dakikadır sarı taksi bekleyen ama bulamayan 3 kadın size denk gelebiliyor. Sanki 15 dakikadır sizin oraya ulaşmanızı bekler gibi...

"How much?" sorusu ile karşılaşıp 2 blok öteye 15$ gibi bir fiyat söyleyebiliyorsunuz. Kadınlar sanki onları kazıklıyormuşum gibi bu fiyatı beğenmeyip hemen arkadan gelmekte olan başka bir pedicabciyi çevirip ona da fiyat sorabiliyor. Ancak kadınlar arkadan gelenin beni 47.sokağa girerken gören, peşime takılmak isteyen ev arkadaşım Ömer olduğunu bilmiyor. Tabii ki Ömer durumu anlayıp 25$ fiyat çekiyor ve müşteriler pat diye bana geri gelebiliyor :)

Şaşırtıyor, gerçekten şaşırtıyor hayat beni. Arkamdan gelen başka bir pedicab ci olabilir, onları alıp götürebilirdi, ben o sokağa hiç girmemiş olabilirdim, onları indirdiğim yerde hazır beklemekte olan başka bir müşteriyi almamış olabilirdim...

************************************************************

Bu arada bugün IT project management dersinde bir Türk arkadaşla karşılaştım ve sohbet ettim. Bana bu okulun yani Touro College'ın ÖSYM tarafından kabul gördüğünü söyledi. Ayrıca bu programın bu okulda yeni açıldığını, o yüzden toefl istemediğini ve bu yüzden devlet üniversiteleri yıllık 23 bin dolarken bunun iki yıllığının 18 bin dolar olduğunu, 2-3 yıl sonra bu bölümün duyulacağı ve toefl şartı getirilip fiyatınında iki katına çıkacağını söyledi ve ekledi : " Biz şu anda çok şanslıyız. Burası adeta piyango gibi bize. Hem bilgisayar üzerine özelleştirilmiş bir program okuyoruz, hem denkliği var hem de ucuz..."

*************************************************************

Geçenlerde daha önce afişini gönderdiğim top of the rock a çıkmaya niyetlendim. Ancak aksi gibi hava bulutlandı ve iptal ettim. Havalar burada iyice soğudu. Genelde 20 derecenin altında seyrediyor. Önümüzdeki 3 günde yağışlı görünüyor. Bakalım ne olacak...

Hayat devam ediyor...Tüm hızıyla hemde...

Müşterilerim :)

İŞte canım ciğerim müşterilerim benim :). Gördüğünüz üzere her gruptan müşterilerimiz var. En güzeli çocuklu bayanlar oluyor ama. Bisikleti salladıkça kahkahalar çığlıklar birbirine karışıyor :) ve genelde söylediğiniz fiyata hayır da demiyorlar :D. Ne de olsa para geliyor kocadan değil mi ama :)




Valla adam bulamadık mı protesto olsun diye birazda bizler müşteri oluyoruz :D. Hani belki milletin canı çeker de binmek ister diye :D. Arkada olmak zevkliymiş ama gerçekten he...



Ve bu da en son müşterilerimden. 4 kişilik bir aile fotoğrafı. Aaa ne o 4. yü göremiyor musunuz? O yolda geliyor :D. 3.5 diyelim hadi :D.

22 Eylül 2008 Pazartesi

New York Manyakları 3 - 3 teker



Hiç böyle bir bisiklet tasarımı gördünüz mü bilmiyorum. Büyük ihtimalle görmediniz. Zaten bunu New York dışında görme şansınız olduğunu da sanmıyorum :). Tüm manyaklar buraya toplanmış.

Amcam akşam akşam new york sokaklarında anlamsızca dolaşıp ona buna poz veriyor. Ne diyelim...Allah akıl fikir versin :)

19 Eylül 2008 Cuma

Gülümse...



Gülümse...

Gecenin bir yarısı hala evine ulaşamamış olsan da
4 saat uyuyup yine aynı yolları eşeleyeceğini bilsen de
O koltukta uyuya kalacağını bilsen de
Tüm gün çabalayıp cebinde 3 kuruş ile döneceksen de
Sen gülümse, yine gülümse...

Hayat karşına sürekli zorluklar çıkarıyor olsada
Yürüdüğün bu yolda kendini yapayalnız hissediyorsan da
Ana ocağından uzakta farklı tatlarla orucunu açıyor olsan da
Kendi dilini konuşamıyor olsan da
Sen gülümse, yine gülümse...

Okumak için çalışmak, çalışmak için okumak zorunda olsan da
Gerçekte bir türlü ikisini de beceremesen de
Yarın belki de bu ülkeden gönderileceğini bilsen de
Sen giderken gülümse, yine gülümse...

Fiyat sormadan binip, indiklerinde istediğin fiyatı vermeseler de
Her bir şeye başvurduğunda abuk sabuk derneklere para verdiğinde
Birine telefon ettiğinde her iki taraftan da kontor düştüğünü gördüğünde,
Bu para saçması düzene
Sen gülümse,
Gene gülümse...

Geu sok eh suh - Shin Dong Woo

Gene polis muhabbeti...

Anam bu polisler beni çıldırtacak burda. Bazen sırf onlar yüzünden hemen kalkıp gelesim geliyor. Şeytan diyor böyle ülkede şu muameleyi göreceğime basar dönerim...

Bu sıralar işler çok iyi değil. Müşteri bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Akşam Broadway showlarını takip etmek durumundayız yani. E tabii onlarca pedicab tiyatroların önüne birikmeye çalışınca haliyle sorun oluyor. Bende bu olayı bildiğimden genelde geri duruyorum.

Bunlar gene toplandı bir tiyatronun önüne ben şov dağılana kadar pek ilişmedim. İki sokak yukarıdan, uzaktan izliyorduk olayı Emin ile. Derken insanlar çıkmaya başladı içeriden. Bende hareketlendim. Tek şansım vardı. Yavaş yavaş ilerleyip tam kırmızı ışığa denk gelip o ara almak...

Yolun diğer tarafına geçtim, insanların akın akın çıkmakta olduğu tarafa. Kaldırıma yanaşır oldum ki kalın bir ses "move !" diye bağırdı. Ana dedim polis var . Eyvallah dedim devam ettim. Ancak kırmızı ışık yandı ve insan selinin ortasına öylece kala kaldım.

O sırada iki kadın yanaştı ve 1. cadde 50. sokağa ne kadara götürürsün dedi. 30$ dedim. Biraz düşündükten sonra pat atladılar. O anda bizim eleman başlamasın mı arkadan koşturup gelmeye. Pedicabi tuttu. Bağıra çağıra müşterilere inin dedi. Yahu ne oldu demeye kalmadan bi baktım elemanla burun buruna gelmişiz. Burdan müşteri aldırtmam sana id ver çabuk kafanı koparıcam senin dedi :D. Hay Allah'ım ya çattık dedim içimden. Onca pedicab müşteri aldı gitti beni oturttu orda. Müşterimi de başka pedicabciye verdi.

Tüm şov dağıldı ama adam dalga geçer gibi geçti karşıma başladı başka bir polis ile sohbet etmeye.Yaklaşık 1 saat kadar tuttu beni orda. En sonunda da kimliği verdi gönderdi.

Nasıl sinirlendim, içimden neler saydım anlatamam. En sonunda dayanamadım garaja döndüm. Dönerkende sokakta bağıra bağıra türkçe küfürler savurmayı ihmal etmedim.

Aaa hiç kızmayın, new york bunu hak etti artık. Aklıma geldikçe hala edesim geliyor ya neyse şimdi :D. Ağzımdan bir tanesini kaçırmadan sussam iyi olacak :)

17 Eylül 2008 Çarşamba

Ah şu brokrasi...

Hakikaten bu brokratik işlemler adamı hayatından bezdiriyor. Herkes birşeyler istiyor ve istedikleri şeyleri karşılamak bazen günler sürüyor. Alt tarafı bir vize uzatmak için 17 gündür uğraşıyorum. Detayları aktarayım..

Buraya J1 çalışma vizesi ile geldiyseniz ve vizenizin süresi bitmek üzereyse ve burada kalmak istiyorsanız en kolay yol F1 öğrenci vizesine geçerek ( bir dil okulu veya üniversite) kalma izni alabiliyorsunuz. Ancak bunun için birçok şeye ihtiyacınız var. Bunlardan en önemlisi okulun size vereceği I-20 formu. Bu forum sizin öğrenci olarak kabul edildiğinizi gösteriyor. Daha sonra I-539 formunu doldurarak göçmenlik bürosuna statü değişikliği için başvurduğunuzu anlatıyorsunuz. Bunun üzerine I-901 öğrenci vizesi ücretini (100$) ödeyip ıvır zıvırlar ile birlikte göçmenlik bürosuna gönderiyorsunuz.

Burada bazı problemlerde karşınıza çıkıyor tabii. Örneğin benim gibi pasaportunuzu 6 aylık aldıysanız ve uzatabilmesi için askerlik tecil belgenizi yanınızda getirmediyseniz sap gibi kala kalıyorsunuz :).

Dün bahsettiğim formların hepsini göçmenlik bürosuna yolladım. Ama pasaporttan ofsayt durumdayız. Bakalım neler olacak. Şu anda beklemedeyiz artık. Kritik bir dönem anlayacağınız. Normalde F1 vizesi olmadan öğrencilik hayatına başlayamıyorsunuz ama ben belki şanslı belki şanssız olduğumdan bir şekilde ısrar edip başladım derslere. Kısacası F1 çıkmaz ise okulda hayallerde yarım alacak ve 25 ekimde türkiye yolları görünecek bana :).

Bu bekleyiş elbette bir gerginlik yaratıyor insanda. Çünkü o kadar para harcayıp emek sarfettikten sonra bazı şeylerin yarım kalacak olması sinir bozucu bir durum. Şu anda okula 1800 dolar ödemiş vize işlemleri için yaklaşık 500 dolar harcamış ve bunun yanında kitaplara ıvır zıvırlara da bir 300 dolar harcamış bulunuyorum.

Bilmiyorum belki de hiç bulaşmamış olmalıydım bu işlere. Güzel güzel parayı kazanıp dönmek belki de daha iyi olurdu. Ancak yine de denemiş olmak, "Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" diyebilmek önemli. Üzülmemek lazım.

Neyse hayata devam bakalım. Hayırlısı olsun demekten başka birşey diyemiyoruz.

14 Eylül 2008 Pazar

Devam...

Dostlarım, biliyorum bu tarafları biraz ihmal ettim bugünlerde ama bilirsiniz iş ve okul daha öncelikli gelir her zaman. Son iki gün benim için oldukça zorlu geçti. Cumartesi ve pazar bizim en çok para kazanabildiğimiz gün. Dolayısıyla en çok kontsantre olduğumuz gün. Elbette tüm bunların üzerine bir de pazar sabah saat 9 da derse gitmek zorunda kalınca insan, kaldırmak biraz zor oluyor...

Bugün yeni bir derse daha başladık okulda. Bu ders benim açımdan oldukça heyecanlı geçecek gibi görünüyor. Çünkü tamamen konuşmak zorundayız :D. Eğitmenimiz bir şirkette yaşanmış bir olayı bize sunup, o olayda yaşanan iletişim sorunlarını bulmamızı, anlatmamızı, nasıl düzeltebileceğimizi sınıfta bizlere soruyor. Kısacası yandık gibi görünüyor :D. Ancak sorun değil elbette. Öğretmenlik eğitimi almanın faydalarını göreceğiz gibi görünüyor. Hayatta edinilen her bilgi bir yerden hortlayıp işinize yarayıveriyor işte. Hep derdik öğretmenlik okumak ne işe yarar... Yarıyor işte :)

Yalnız kitapları deli pahalı. Şu anda almam gereken 4 kitap var ve tanesi 50$ cıvarı ( ikinci el olduğu halde ) 1 tanesini aldım. Diğer ikisini az önce spariş verdim. Okumaya devam. Maşallah ansiklopedi gibiler :D

İşlerden bahsedelim birazda. İşler Eylül 1 den beri yani ramazan itibariyle durgun. Piyasada okullarında açılmasından mütevellit ( muammerden miras bana bu kelime) :D) pek turist kalmadı şehirde. Ancak cumartesi pazarları durumu kurtarmaya çalışıyoruz. Yine fena değil Allah'a şükür haftada 400-500 kenara koyabiliyorum. Elbette bu yeterli değil. Daha çoooooooooook borcumuz var :( Ama adım atıyorum,ilerliyorum önemli olan bu. Öyle değil mi?

Dün bir müşteri ile çok eğlendim. Empire States binasının önünden bir buzdolabı rus ile birlikte double aldık. 2 yaşlı kadın rus a, bir kadın ve iki minik çocuğu da bana oturdu. Her kırmızı ışıkta durduğumuzda genelde arkaya dönüp sohbet ederiz. Yine yol boyunca kadınla güzel sohbet muhabbet aldı yürüdü. Yolun ortalarında bir yerlerde nereli olduğumu sordu. "Tahmin et bakalım" dedim. "Orta akdenizden bir yerlerden olabilir" dedi. "Evet" dedim." Bu dünyada bir yerlerde doğduğum kesin de neresi?" dedim :). Şimdi düşünmeni ve bir sonraki kırmızı ışıkta cevabını vermeni istiyorum" dedim. "Eğer doğru cevap verirsen sana bir hediyem var..."

Bir sonraki ışığa kadar arkada kendi aralarında tartışıp durdular :D. Sonraki ışığa geldiğimizde benden bir ip ucu vermemi istedi." Doğduğum yerin bir tarafı avrupa da diğer tarafı asyada" dedim. Kadın şaşırdı. "Böyle bir ülke mi var?" dedi." Yine "Düşün ve sonraki ışıkta cevap ver" dedim.

Sonraki ışıkta rus ile yan yana durduk. Baktım kadından gene cevap gelmeyecek " 3. bir kişiye sorma hakkınızı kullanabilirsiniz" dedim yandaki kadınları göz ucuyla işaret ederek...Ancak nafile... :)

Kadın bir ipucu daha istedi. Verdim çünkü bir hediyem var elimde kurtulmak istediğim, vermek istediğim :D.

"Doğduğum yer aynı zamanda şiş kebapın doğduğu yer" dediğim anda kadın uyandı ve "Turkey" dedi :). Bir sevindiler bir sevindiler görmeniz lazımdı :).

Neyse central parka geldik ve indirdim onları. Kadına hemen günlerdir bisikletimin içinde duran, Macy's in önünde iş portacı çantacıların birinin tezgahına el koymalarından dolayı polislerin çantaları bedavaya millete dağıttıkları zaman aldığım beyaz deri çantayı kadına hediye olarak verdim :). Bayadır bakınıyordum uygun bir zaman ve kişi bulsam da versem diye :D. İyi oldu, güzel denk geldi, yerini buldu. Kadın çantayı aldı memnun, ben güzel bahşişimi aldım memnun, çocuklar eğlendi memnun...Daha ne olsun :)

11 Eylül 2008 Perşembe

Kısa... Kısa...

Benim ingilizcede en nefret ettiğim şey harfler ve sayılardır. Nedendir bilmem bu iki unsurda en başından beri sürekli takılıp dururum. Burada da inadına lazım oluyor. İşte sürekli olarak sokak numaraları geçiyor ve brokratik işlerde sürekli isim sorulup duruyor.

Geçen gün okuldaki kadına bu yüzden fena madara oldum :D. Öğrenci kimliğimi çıkartmak için ilgili büroya gittim. Kadın bana adımı, soyadımı sordu. Söyledim anlamadı. Lütfen spell edermisin heceler misin dedi. O an şimdiye kadar her adımı sorduklarında ya kendim yazıp verdiğim, yada pasaportumu uzatıp yazmaların istediğim için pişman oldum :D. Kadın tutturdu hecele diye. Dedim kadına bak işte burda yazıyor al yaz, yok! illa ki heceletecek. Kadın başlamasın mı, "insan kendi adını soyadını bilmez mi yahu!"..

Tabii ben heceleyene kadar tek tek baya bir zaman geçti :D. Arada birde yanlış söyledim bir tanesini kadın tam koptu :D, tekrar etti, hah ondan işte dedim :D.

Daha belki adımı spell edemiyorum ama :D derslerde iyiyim hani :D. Bildiğiniz üzere 3 ders alıyorum şu anda. Bunlardan en zevklisi ve en bilgli olduğum ders "data communications" . Bugün ikinci dersi yaptık. Profesör bugün coştu adeta. Harika bir ders anlattı. Eğitim böyle olmalı dedirtti. Kitaptaki tüm detayları bir kenara bırakarak günlük hayattan girip olayın içine bizide çekerek, elektriğin doğuşuna, sinyallerin iletimine, sinyallerde ne gibi durumlarda gürültü ortaya çıkabileceği üzerine harika örnekler verdi.

O anda okulda aldığım eğitimin güzelliğininde farkına vardım. Biz güzel bir eğitim almışız farkında olmasak bile. Profesörün anlattığı çoğu şeyi aynı tarzda olmasa bile güzel bir şekilde kazanmışız. Anlattığı çoğu şeyi zaten biliyordum. Her soru sorduğunda bende katılıp cevaplamaya çalıştım. Ancak tabii kendimi bir yere kadar ifade edebildiğimden bazı yerlerde durmak zorunda kaldım ama sorun değil önemli olan olaya hakim olabilmek...

Ve bugün Times ın ortasında iki japonu bıraktktan 2 dakika sonra bir çift bana el etti ve durdurdu. Bir kart gösterdiler, okey dedim gideriz. "How much?" diye sordular (klasik soru :D) 15$ dedim. O anda adamın eşi türkçe olarak " Ooo çok pahalı dedi" diyince şaşırdım kaldım :D. Birazcık daha ingilizce olarak "Çok güzel bir deneyim olacak, eminim çok beğeneceksiniz" diyerek muhabbeti uzattımsa da binmeden önce beklediğim soru geldi : " where are you from " :D

O anda tabii herşey ortaya çıktı anlayacağınız üzere :D. Meğer onlarda bütün gün boyunca pedicab e binmek için heveslenmişler, bir Türk'e denk gelsek de ona binsek diye sürekli bakınmışlar. Her ne kadar bu deneyimi yaşamak isteseler de bir yandan da kendilerini taşıtmaya kıyamamışlar ancak yine dayanamayıp birini ( yani beni :)) durdurmuşlar.

Yol boyunca çok güzel bir sohbet aldı yürüdü. Nasıl yürümesin ki, birisi profesör diğeri emekli lise öğretmeni olan çiftimiz gayet kibar ve bilgili.Onların oğlu da work and travel ile orlando ya gelmiş. Ancak uçak biletleri pahalı olduğu için new york da görüşememişler.

Biraz onlar, biraz ben anlattım derken geldik otele. Otelin önünde de bir güzel sohbet ettikten sonra bir de güzel fotoğraf ile kapanışı yapıp vedalaştık. İnsan kendi milletinden birini görünce bu kadar uzaklarda seviniyor doğrusu. Onlara denk geldiğim için gayet mutlu oldum :). Beni tercih ettikleri için onlara teşekkür ediyorum :)

9 Eylül 2008 Salı

New York ve insanlar

Çok uzaklarda, sadece belli sınırlar içerisinde bizden uzakları, çok uzakları ancak hayal edebiliriz. Veyahut bize söylenenlere, anlatılanlara, şişirilmiş hikayelere inanırız. Gerçeği ise ancak oraya gittiğimizde, oranın havasını soluduğumuzda, orayı hissettiğimizde görürüz.

Buraya gelmeden önce benimde duyduklarım, araştırdıklarım ve öğrendiklerim vardı. Bunların hepsi zaman içerisinde ister istemez aklımın ortasında bir "New York" canlanmasına neden olmuştu. Ancak artık tüm bunların yanında grdüklerim ve yaşadıklarım da var. Yani gerçeği, var olanı daha iyi anlayabilir ve anlatabilirim.





Bir şehir düşünün, kimsenin sahip olmadığı, yerlisinin olmadığı, boş bir araziye ordan burdan gelmiş elemanların elinden 20-30 dolarlara alınmış, zamanında çoğusunun bataklık ve kayalık olduğu bir mekan olsun düşündüğünüz. Zaman içerisinde dünyanın her tarafından insanların bir şekilde göç edip kendi düzenini kurmaya çalıştığı bir şehir burası. Hemen hemen her milletten bir insana rastlamak mümkün Manhattan sokaklarında. Gelen herkes bir şekilde kendi milletinden olan vatandaşları bulup yakınlaşmış ve birlikte kendi ufak dünyalarını kurmaya başlamış. Manhattan'ın üst kısmına Harlem'e zenciler yerleşmiş ve kendi düzen, kurallarını kurmuş. Alt tarafına ise çinliler Chinatown adını verdikleri bölümde resmi olarak özgürlüklerini ilan etmişler.

Bu kadar birleşmişliğin içinde, bu kadar farklı kültürün içinde ortak noktaları bulmak hiç kolay değil elbette. Aslında zaten onlarda ortak noktayı pek bulmaya çalışmamış. Herkes kendi halinde, kendi işini yaparak, kendi dünyalarında yaşar olmuş. Polise de bu düzeni korumak kalmış. Polisler inanılmaz bir yetki ile kuralları bozana hiç taviz vermeyerek bir şekilde düzeni korumaya gayret ediyor. Hiç bir şekilde itiraz etme imkanınız yok. İsterse sizi çekip vurma yetkisi bile var. Bu şekilde 24 saat işleyerek "Uyumayan şehir" adını alan New York kendi yağında kavrulup gidiyor.

Elbette farklı bir din ve anlayış sayesinde insanların yetişme tarzları, davranışları, giyinme biçimleri çok çok farklı. Kadınlara baktığımızda, özellikle zenci kadınlara, inanılmaz bir kendine güven, gerekirse bu dünyayı yakabilecek cesaret, inanılmaz bir ağzı bozukluk ve küfür, her an sizi dövebilecek bir sertlik, aslında fiziki olarak müdahaleye gerek bırakmadan sizi dövebilecek inanılmaz oktavda bir ses görüyorsunuz. Tabii tüm bunlarda burada kadınlara sağlanan inanılmaz avantajlarında etkisi var. Bir kadına ister dokunun, ister bir laf atın, isterseniz şöyle dönüp bir bakın... Kadın bastığı an çığlığı, çağırdığı zaman polisi ve taciz veya başka bir etkiye maruz kaldığı anda hapistesiniz...

Bir kadın sokakta kaldığı zaman veya evden kocası tarafından atıldığında tek bir telefonla her türlü ihtiyacı karşılanıyor ve her türlü imkan önüne konuluyor. Tüm bunlar elbette inanılmaz bir rahatlık ve cesaret veriyor kadınlara. Onlarda bunu güzelce değerlendirip, istedikleri gibi giyinip, istedikleri gibi davranabiliyorlar. Erkekler de usul usul onları izlemekten başka bir halt yiyemiyorlar :)

Öte taraftan elbette eğitimli olmanın verdiği hal ile herkes birbirine saygı ile yaklaşıyor. Günlük hayatın içinde her hangi bir yerde biriyle karşı karşıya geldiğinizde hemen insanlar yol veriyor, bir mağzaya girdiğinizde hemen görevli gelip sizinle ilgileniyor, yardımcı oluyor. İnsana verilen önem o denli büyük ki otobüslerde tekerlekli sandalye ile gezmek zorunda kalanları almak için özel pnomatik sistemler ve içeride de onlara ayrılmış özel bir alan var. Şöför gerektiğinde koltuğunu bırakıp arka kapıya geçip özel sistemi açtıktan sonra ilgili şahsı alıp onu bir güzel emniyet kemeri ile bağladıktan sonra yoluna devam ediyor.

Yalnız şu da bir gerçek ki otobüsleri çok kötü kokuyor. Kötü kokuyor derken hani olur ya mercedes 403 otobüslere bindiğiniz zaman bir plastik kokusu ile burnunuz yanar.Hah işte o :). Hoş şehrin her tarafı günün belli saatlerinde çöp yığınları ile dolup taşıp belli bir koku yayıyor. Ancak tabii 24 saat uyumadan tüketen bir şekilde belki de bu normal.

Bilmiyorum dostlarım, biz alışmışız en güzel meyveleri sebzeleri, türlü çeşit yemekleri yemeye, örf ve adetler ile yaşamaya, duygularımızla yaşamaya. Farklı bir kültürün içerisine sahip olduklarımızı uydurmaya çalışmak elbet zor.

Mümkün olduğu kadar sahip olduklarımızı koruyup, üzerine yenilerini katmak tek amacımız. Allah yardımcımız olsun.

Yeniden görüşmek dileğiyle... ;)

6 Eylül 2008 Cumartesi

What will you say?



What will you say...

Sevgilinizle birlikte Rockefeller Center'ın en üst katından New York'un güzelliğine sonsuz bir bakış atıyorsunuz...

Elbette an geliyor New York'un güzelliğinden sıyrılıp bu güzelliği yaşadığınız insanın gözlerini seyretmeye başlıyorsunuz. Elinizi omzuna atıp, belki beline sarılıp gözlerinin taa içlerinde size sevgiyle bakan bir çift göz görüyorsunuz. Gözler herşeyi anlatsa da içinizdeki sesi uyandırmaya başlıyorsunuz...

O anda

Siz olsanız ne derdiniz? ...

Benim söyleceğim çok şey var ama şimdilik hepsini kendime saklamak istiyorum ve sizi bu şarkı ile baş başa bırakıyorum...


Kutsi 2007 - 07 - Ilan - I Ask.mp3 -

5 Eylül 2008 Cuma

Garajda iftar keyfi



Evett, bildiğiniz üzere mübarek ramazan ayındayız. New York'dayız diye inançlarımızdan ve adetlerimizden uzaklaşmış değiliz. Zor şartlarda da olsa orucumuzu tutup iftarımızı yapıyoruz.

Öğlen işe çıkıp bir kaç saat çalıştıktan sonra tekrar garaja dönüyoruz. Garaja aldığımız ocak sayesinde yemek yapıp, kocaman masamıza Allah ne verdiyse hazırlayıp orucumuzu açıyoruz. Çok fazla yememeye çalışsak da dayanamayıp duba gibi oluyoruz ve ancak 1-2 saat sonra yeniden işe çıkıyoruz :).

Elbette bu durum çalışmamızı ve kazancımızı etkiliyor ama şu sıralar okulların açılmasından dolayı işler oldukça yavaşlamış durumda zaten.

Yarın da tropik fırtına havana geliyormuş. Gelsin bakalım ne olacak :)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Ve okul başlar...

Bugün son kayıt işlemleri sonrası vize değişikliği için yeniden okula gittim. Elbet hayatın her yerinde kolaylık ve refah olmuyor. Zorluklar ve sıkıntılar illaki bizi bir yerlerde buluyor. Beni de vize aşamasında yakaladı.

Ben work and travel ile geldiğimden pasaportumda J-1 sınıfı bir vize var ve süresi 1 ekim de doluyor. Dolayısıyla bu J-1 ı F-1 öğrenci vizesine çevirmem gerekiyor. Ama benim her işim son dakika olduğundan bu işlemlerin aylar öncesinden halledilmiş olması gerektiğinden :) bir takım sıkıntılar içerisine girdik tabi istemeden...

Tam son aşamaya gelmişiz artık derslere başlayacağız adam demez mi sen çok geç kalmışsın bu J-1 ın F-1 a çevrilmesi 2 ayı bulur seni ancak ilk bahar dönemine kayıt edebiliriz diye...

Tabii şimdi F-1 a dönmek istediğinizde bir problem daha öne çıkıyor hemen. F-1 vizesi olanların çalışma izni olmuyor dolayısıyla bu öğrencinin burada yaşaması için gerekli tutarı banka hesabında görmek istiyorlar. Buyrun Halil İbrahim sofrasına...

Saat olmuş 4. Saat 6 da derste olmam gerekiyor ama ben hala kayıt işleriyle uğraşıyorum :D. Ordan oraya, o odadan diğerine koşaraktan, o yönetici senin bu asistan benim konuşaraktan neyse ki bir şekilde kayıt işlemini halletik. Tek sorun olarak bir banka hesabında 27 bin doları göstermek kaldı...

Tüm bunların üzerine bir de tüm bunlardan haberdar olduğumu ve kabul ettiğimi onaylayan bir yazı vermem gerekecek. Çünkü F-1 vizesi bir kazaya kurban giderde red cevabı gelirse master olayı içimizde patlamış olacak ve eve dönüş yolları görünmüş olacak. Normalde bunların hepsi 2-3 ay öncesinden halledilmiş ve onaylanmış olması gerektiğinden şimdilik bir risk içinde okula başladık.

Herneyse, öyle veya böyle, sorunları bir bir halletmeye devam ederken saat 6 da ilk dersime girdim :). Bu master olayı, özellikle bu işi yabancı bir ülkede gerçekleştirme olayı gerçekten bam başka bir deneyim.

Dünyanın orasından burasından farklı kültürlere sahip, farklı şirketlerde çalışan veya yeni mezun olmuş insanlarla aynı kalitede ingilizce konuşmaya çalışmak, o sırada oturarak o seviyeye ulaşmış olmayı hissetmek gerçekten çok güzel bir duygu. Gerçi ilk günümde sınfta fazla kalmak nasip olmadı bana. Tam tanışma faslına başlamıştık herkes kendinden bahsetmeye, yaptığı işi veya bitirdiği okulu söylemeye başlamıştı ki içeri 10-15 kişilik bir grup geldi ve sınıf ikiye bölünmek zorunda kaldı. Bir grup aynen derse devam ederken diğer grup o ders için açılan ikinci sınıfta gelecek hafta yer almak üzere sınıftan çıktı.

Olsun, yine de iyi bir ısınma oldu. Bugünkü ders her program için temel bir ders olduğundan biraz yoğunluk olmuş. Ancak yarın ki ders networkcülere özel olduğundan normal şekilde devam edecek. Bakalım yarın ne olacak :)

Bu arada başladığım programdan ve üniversiteden biraz bahsetsek iyi olacak sanırım.

Okulumuzun adı Touro College Graduate School of Technology, benim master yapmayı seçtiğim programın adı da "Master of Science in Information Systems".

Alacağım dersler ise şu şekilde;

Core Courses

MSIS 605 Strategic Management of Technology
MSIS 607 Effective Oral and Written Communication for Managers
MSIS 609 Information Technology Project Management
MSIS 655 Capstone Course: Information Systems Research Project Seminar

Data Communications

MSIS 640 Data Communications
MSIS 641 Advanced Data Communicationsand Internet Technologies
MSIS 647 Computer Networking: Routing & Switching
MSIS 645 Network Security

Electives ( seçmeli dersler )

MSIS 643 Advanced Topics in LAN
MSIS 648 Advanced Network Security
MSIS 650 Advanced Computer Networking: High Performance Networks

Yarın Data Communications dersi var. Bakalım ne olacak. Aslında yarın öğleden sonra saat 3 de ünlü grup "Usher" ın konseri var Colombus Circle'da . Yarın iyi iş olması bekleniyor. Benim ise saat 6 da okulda olmam gerekiyor. Bakalım ne olacak...

1 Eylül 2008 Pazartesi

Kıvırcık'tan haberler...


Sevgili dostlarım,

Burada günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum bile inanın. Sanki daha dün gelmişim gibi. Sürekli çalışmaktan, sürekli bir aktivite içinde olmaktan, koşuşturmaktan zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bile.

Daha dünkü acemi iken şehri avcunun içi gibi bilen, daha dün bisiklet bulma derdindeyken şimdi bir mainstreet bisiklet sahibi olan (!) biriyim :)

Evet, yanlş duymadınız. 1.5 aydır kullanmakta olduğum mainstreet bisikletimi satın almış bulunuyorum. İki tekerlekten 3 tekerleğe terfi ettik anlayacağınız :) . Kalacağım belli olduktan sonra artık her hafta 225$ bisiklet kirası vermek çok zararlı bir iş olmaya başlamıştı. Satın almak daha mantıklıydı ve bende öyle yaptım. Bu kararımda bisikletin sıfır, yani hiç kullanılmamış olmasının etkisi büyüktü tabii ki. Her yaptığı işte güzelliği, kaliteyi arayan biri olarak ancak bu şekilde bir bisiklet alabildim ve aldım. Artık kendi kendimin patronuyum yani. Bisiklet kirası ödeme derdim yok, kazandığım direk olarak cebime kalacak...

Bisiklet bir yana dursun , hala brokrasi işleri ile uğraşıp duruyoruz bir yandan. Yarın önemli bir gün bu açıdan. Yarın New York ID ve ehliyet için başvuruları yapacağız. Resmi bir kimliğimiz ve 4 tekere terfi için izinimizi isteyeceğiz :D.

Yarın okul açısından da önemli bir gün. Yarın ilk ödemeyi yapıp kayıdı kesinleştirme günü. Yarın bir sorun çıkmaz ise Allah kısmet ederse çarşamba günü yani 2 gün sonra sınıftaki yerimi alacağım inşallah. Yeni bir heyecan, yeni bir serüven bu okul benim için. %100 ingilizce konuşulan, yazılan, anlatılan bir ortamda çeşitli ülkenin vatandaşlarıyla tanışmak heyecan verici. Şimdilik beni tek düşündüren yazı kısmı. Bugüne kadar okuduk, konuştuk iyi ama hiç ingilizce metin yazmadık. Binlerce yazım hatası yapacağımdan şüphem yok :). Ancak korkum yok, düşe düşe elbet öğreniriz yürümeyi. Yanlış yapa yapa öğreniriz doğruyu elde etmeyi.

Yüz ifademden anlayacağınız üzere aslında New York beni şimdiden yordu. Otel zamanından beri bu kadar yoğun tempolu çalıştığım olmamıştı. Bundan sonra inadına daha da yoğun bir temponun içerisine giriyorum. Ha bu arada bilgisayar üzerine iş başvuruları yapmayı da ihmal etmiyorum :) . Ordan oraya sürüklenip gidiyoruz. Allah sonumuzu hayır eyleye...