28 Kasım 2008 Cuma

Birinci gelen 100 doları alır !

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Şükran günü tam bir fiyasko oldu bizim için :) Hani demiştim ya çarşamba akşamı başlayıp perşembe günü devam edecek güzel şeyler olacak... İnsan sabahın altı buçuğunda yapar mı bunları yaa! Hepsini kaçırmışız tabii saat 12 de gidince :D Bir gittik ki herkes dağılmış evine gitmiş bile. Tüm mağzalar kapalı her yer tatil insanların dışarı çıkması için hiç bir sebep yok :( Tüm gün boş boş dolandıktan sonra geldim eve. Napalım kısmet değilmiş...

Ancak çarşamba akşamı işler o kadar güzel gidiyordu ki okula gidemedim. Sokaklar acayip derecede kalabalıktı ve insanlar sürekli bir yerden bir yere gitmek istiyorlardı. O gün pedicabciler iyi iş yaptı ama dediğim gibi perşembe tam bir fiyasko oldu.

Perşembe günü eve erken gelince bir güzel yemek yaptık ve erken uyuduk. Dolayısıyla erken kalkıp erken işe başlayabildim uzun zaman sonra. Kahvaltıdan bile feragat ettim çünkü o gün Black Friday olarak adlandırılıyordu ve tüm mağzalar %40 ile %70 arasında indirime gidiyordu.

Erken çıkmanın faydasını da gördüm tabii hemen. inanılmaz bir kalabalık vardı çünkü. İnsanlar deli gibi alışveriş yapmak istiyordu.Artık kaldırımlara sığamıyor araba yoluna taşıyorlardı. Ancak yine de sabah saatlerinde sokakta pek iş olmadı bende American Girl Place in önünde sıraya girdim. Millet o kadar çıldırmış ki American Girls e girebilmek için ta sokağın öbür ucuna kadar sıraya girmişler içeri girebilmek için. Hoş bu işimize geliyor çıkana bike taxi, bike taxi diyip kapabildiğimizi kapıyoruz işte...

Şansa bir tane çıktı banada. Adam iyi paralı çıktı karısı ve çocukları içeride alışveriş yaparken söyledi gideceği oteli üzerine onlar çıkana kadar beklemem için bir 20lik attı. Bir 10 dakika onları bekledik sanırım. Alışverişlerini yaptılar ve iki bisiklet four seasons otele gittik bi 25 er daha aldık üstüne. Ondan sonra kimleri aldım kaç kişi aldım bilmiyorum. Sürekli birilerini taşıdım indirdim ancak en ilginci akşam saatlerinde yaşandı...

Normal bir şekilde Times Square'e girmeye hazırlanıyordum, arkadan bir ıslık sesi duydum. Hop bir baktım biri el ediyor. Hemen yanaştım tabii. Anne baba ve iki ufak kız binmek üzere yaklaştılar. Kadın korktu geri kaçtı Allah Allah dedim ne oldu acaba. Binebileceğimi sanmıyorum dedi kadın aha dedim su koy verdi gene biri alamayacağım sanırım gene müşteriyi... Dedim çok yavaş sürerim korkmaya gerek yok gel... Baba atladı hemen yok yok onun fobisi var falan birşeyler dedi. Eee dedim ne olacak. İki ufak kız atladı hemen bisiklete. Baba bir 20 lik çıkarttı ve " Al bizim ufaklıkları 4 blok ötedeki otele götür" dedi. Onlara iyi bak dedi ve bir 20 lik daha çaktı :D.

Neyse, o trafiğin içerisinde ilerlemek çok zordu ve yürüyerek giden anne babayla birlikte gittik o 4 sokağı. Kızlar ufak olduğundan gözleriyle sürekli anne babalarını arıyorlardı zaten. Onlarla bir güzel sohbet ettim, üstlerine battaniyeyi örttüm o şekil geldik otelin önüne kadar. Trafik o kadar yoğundu ki gittiğimizde anne baba bizden önce varmıştı :D. Adama yaklaşırken adamın cebinin gene eline girdiğini gördüm. Dedim herhalde tip verecek bir kaç dolar... Hiç acımadı bir 20lik daha çaktı. Helal be! dedim :D. Çok teşekkür etti ve otellerine girdiler. Herhalde ilk kez yokuş aşağı hiç pedal çevirmeden 4 sokak için, 60 dolar almış oldum. Enteresandı :)

Bundan daha enteresanı şov zamanı yaşandı. Her zaman olduğu gibi Broadway şovlarının önüne pusu kurmuş şovun dağılmasını bekliyorduk. Saat 10.30 oldu ve yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Çok uğraştırmadılar sağolsun kalabalık içerisinden güler yüzlü bir adam "We need two" diyerek üstümüze koşmaya başladı :D. Eyvallah dedik. Bana bir adam ve iki ufak kız, diğerine de bir kadın ve bir kız bindi. Hareket edince nereye gittiğimizi sorduk. Meriddian otel dediler. Diğer pedicabci ile göz göze geldik o an. Ve o bakışlardan anladım ki ikimizde bu otel nerede bilmiyoruz :D. Ama bizde de hak var yani ne bilelim o otelin new yorkun en pahalı en prestijli oteli olduğunu. Sanki orda kalmaya gelen pedicabe mi biniyordu da oraya müşteri götürecektik di mi :D. Alır limuzinini gider adam ki daha önce oraya hiç müşteri götürmediğimden bilmemem normaldi ancak bu sefer adamlar limuzin yerine pedicabi seçmişlerdi :)

Neyse ufak kız biraz tarif edince haa diyip yola koyulduk. Bir sağ bir sol yaparken adamlar kendinden geçti tabii. Kıkırdamalar öbür pedicabe laf atmalar başladı. 8. caddeden yukarı çıkarken yanımıza zart diye başka bir pedicab daha geldi. Bunların tayfasından birileri daha pedicab almış, Hobaaa derkene birbirlerine patlamış mısır atmaya başladılar sokağın ortasında :D. Derken bir pedicab daha geldi ve ardından bir tane daha... Maşallah ne ekipmiş ya! dedik. Dayananamamış hepsi pedicab almış :D Her bir yenisini gördüğümüzde Hobaaa diye bağırıp onlara da mısır atıyorduk :)

Sonra artık otele yaklaşmışken nasıl olduysa iş gene yarışma olayına geldi. E o kadar pedicab olunca bu mevzu hep açılıyor zaten. Colombus Circle u dönerken benim bisikletteki ufaklıklardan küçüğü gülerek "Otele kim birinci giderse 100 doları alır!" diye bağırdı. Bende güldüm tabii. Kız gaza getirmeye çalışıyor bisikletleri daha da bassınlar diye. Takmadım kafaya arkalarda rahat rahat gidiyordum. Ama acayip eğleniyordu ekip. Birbirine laf atmalar, mısır atmalar kahkahalar diz boyu gidiyordu. En çok güldüğümüz olayı anlatayım size...

Colombus'u döndükten sonra bir anda karşımıza çıkan kırmızı ışıkta aniden durmak gerekti.E tabii yarış ayarında olduğundan millet, hızımız iyiydi. Yan yana gidiyorduk normal durduk. Durduğumuz an, yanımdaki pedicabdeki adam "Bizim diğerleri nerde? Geldiler mi?" diye sordu :D. O anda arkadan duramayan şapşalak pedicabci lannkkk diye yanımdaki pedicabe sağlam bir hızda geçirdi. Yanımdaki pedicabci : " Aha işte geldiler " dedi :D Gülmekten öldük orda :D. Ha aslında benim güldüğüm olay o çarpmanın etkisiyle arkadaki 9 yaşlarındaki erkek çocuğun koltuğundan uçup bisikletin yarı açık ön kapısına poster olması olmuştu ama neyse :D. O çocuğun uçuşunu gören tüm millet koptu zaten o an :D. Çocuk bozuntuya vermeden hemen yerine oturdu ama bu kahkahaları engelleyemedi tabii :D

Neyse o sırada bizim ufak kız yine teklifini gündeme getirdi. Otele kim birinci giderse 100 dolar alır dedi. O ışıktan sonra zaten otelin olduğu sokağa giriyorduk yani yalnızca 100 metre falan kalmıştı olsa olsa. 3 bisiklet yan yana bekliyorduk. O onu dememiş bile olsa içimdeki yarışcı ruhu gereği benim bisikletim hiçbir zaman ikinci gidemezdi zaten o otele. Işık yeşil olur olmaz iki bisiklet yüklendik pedallara, spd ayakkabılar sağolsun 100 metrede iyi bir sprint attım. 1 boy farkla otelin önüne ilk gelen oldum. Arkadakiler coştu zaten birinci gelince. Neyse keyifler yerinde herkes indirdi müşterilerini. How much soruları gene havada uçuştu tabii. Ne kadar desem derken arkadaki pedicabcinin 30 dediğini duydum ve benim adam birşey sormamış olmasına rağmen 30 dedim... Adam gülerek... "Al bu senin ödülün" dedi ve hiç acımadan çıkarttı 100 doları çaktı elime :) Ben şoklarda tabii gene.

Thank you mank you derken girdiler otelden içeriye...

Ne diyelim; Whoever goes first, takes hundered... :)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Amerika'da yarışmak...

Sevgili dostlarım, bu sıralarda içimdeki yarışma duyguları acayip şekilde kabarmış vaziyette. Özellikle internetten buradaki yarışların tarihlerini ve yerlerini öğrendikçe daha da yerimde durmaz oluyorum.

Elbette New York içinde dağ bisikleti yaygın olarak kullanılmıyor ve bu alanda çok fazla yarış yok ancak bol miktarda cyclocross ve yol bisikleti yarışı bulmak mümkün. Özellikle klüp olayı burda daha ön planda. Klüplere üye olmak kolay ve sürekli olarak antrenman gibi sürüşler organize ediliyor. Elbet katılmak istiyorum ama maalesef doğru düzgün bir bisikletim yok. Aslında bir cyclocross almayı istiyorum. Hem yol bisikleti olarak kullanılmasından hem fazla sayıda yarışı olmasından dolayı bunu ciddi bir tercih olarak görüyorum.

Diğer yandan arazi inişine olan tutkum ön plana çıkıyor bazen ve bir downhill iniş bisikleti almak, New Jersey'deki parka gitmek istiyorum. Ancak henüz ne oraya gidebileceğim bir arabam ne de bir bisikletim var...

İşte geldiğimden beri hayalini kurduğum bisiklet, Sabrina Jonnier in ellerinde şu anda ancak elbet bir gün benimde olacak :)



Şu sıralarda başka bir heyecanda sevgili dostum Muammer'in bana canavarımı yollayacak olması. Umarım kısa süre içerisinde canavar paketlenip sahibine iade edilecek :D. Bisikletim geldiğinde elbette mart ayı içerisinde bu siteden bol bol yarış haberleri alacaksınız :) Şimdiden düşnmesi bile heyecanlı bakalım performansımız ne hallerde ve Amerika daki sıralamamız nerelerde olacak.

Eee hayatımız bisiklet olmuş bizim. Lakin herkesin düşündüğünün aksine bisiklet benim hayatıma çok şey kattı. Bisiklet sayesinde hayatı öğrendim, harika bir çevre edindim, güzel dostluklar kazandım, harika anılar ve sağlık kazandım. Yeri geldi onun sayesinde otelde harçlığımı kazandım ve şimdi yeri geldi yine okul paramı onun sayesinde kazanıyorum, onun sayesinde okuyorum.

Eee ne dedik hobilerini yaşamını kazanmaya çevirenlerin mutlu olduğu bir dünya burası. Bir işi yapmayı çok seveceksin, üzerinde bir de para verecekler... İşin özü bu :)

Ha bu arada bu hafta perşembe ve cuma günü şükran günü olduğundan 3 günlük bir tatil var burada ve çok renkli günler geçecek. Bu hafta fotoğraf makinemi rafta tozlanmaktan kurtarıp sizlerinde gözünü gönlünü açmak istiyorum :) Bakalım neler olacak...

21 Kasım 2008 Cuma

Amerika'da 6 ay..

Bugün 21 Kasım Cuma. Cuma olmasının yanında başka bir anlamı daha var benim için çünkü bugün itibari ile New York'daki 6. ayım da tamamlanmış oluyor. Sanki 6 ay değil de 6 yıl burada gibi hissediyorum kendimi. Belki günleri çok uzun dolu dolu yaşadığımdan, az uyuduğumdan belki de geride bıraktıklarım bana çok uzak göründüğünden böyle hissediyorum. Ancak bir gerçek var ki 6 aydır burdayım :)

Şöyle bir dönüp baktığımda 6 aya sayısını hatırlayamayacağım kadar çok müşteri/insan, onlarca güzel anı, çekilmiş bir çok zorluk ve elimde kalan bir hiç i görüyorum.

Dün öylesine bir düşündüm acaba ne kadar kazandım, kazandığımı ne yaptım diye. Ortaya çıkan tablo enteresan oldu. Çünkü 6 aylık süre zarfında 15 bin küsür dolar para kazanmışım ancak şu an da cebimde sadece 150 dolar var. Nasıl olur diyeceksiniz? Oldu işte. Nasıl olmasın ki? 5000 dolar okula, 5500 dolar bisiklete, 850 dolar fotoğraf makinesi ve ıvır zıvırlarına, 3600 dolar kira,telefon,metro kart ve yemek davasına, 200 dolar yatak ve bir o kadar da üst baş a harcayınca aslında elde kalan 150 dolara pek şaşırmamak lazım. Ancak yine bir gerçek var ki cebimde 150 dolar var ve Ocak ayında 1800 dolar tekrardan okula verilmesi gerekiyor.

Ayrıca Ocak-şubat-mart da hiç iş olmayacağı için 1800 dolar yeme içme parası da biriktirmek gerekiyor. Kısacası görünen o ki zor günler bekliyor. Özellikle Nisan da. Çünkü Nisan da 1800 den sonra geri kalan 3200 ün de yatması gerekiyor ki ondan önceki 3 ay hiç iş olmayacağından bu parayı nasıl toplayacağım henüz bilmiyorum.

Sözün özü Ocak 6 ya kadar 3600 dolar para toplamam gerekiyor. Yani yaklaşık 1.5 ayda. Nasıl olacak bilmiyorum. Çok da kafamı takmıyorum. Çünkü biliyorum ki kafayı takarsam stress yapacağım, stress yaparsam biraz daha yaşlanacağım, kısmet olurda toplarsam o parayı yaşlandığımla kalacağım :). Şimilik tek yaptığım elimden gelenin en iyisini yapmak ve gerisini Allah'a bırakmak...

Umarım Christmas tahmin edilenden iyi geçer de bizlerin yüzü de fazlasıyla güler. Kısmet bakalım neler olacak.

Bu arada havalarda artık eksilerde gezmeye başladı. Şu an ki tek sıkıntı ayaklarda ve ellerde. Aldığım ayakkabı kılıfı bir yere kadar işe yarıyor ancak yine de ayak parmaklarımın üşümesine engel olmadı. Çift çorabı deneyecez... Ellerde de hala yazlık eldiven var. Ona da acil bir çözüm bulmam gerekiyor.

Kısacası Kıvırcık üşüyor :). Üşüsün bakalım. Biliyorum daha bu birşey değil. Hele bir kar yağsın da o zaman göreceğiz üşümeyi :)

17 Kasım 2008 Pazartesi

Okul ve ben

Dostlarım, geldik sonunda eksi derecelere... Yarın için hava gündüz için 6 gece için -2 gösteriyor. Ayrıca kar ihtimalini de söylemeden geçmeyelim. İşlerin azalmasının üzerine bir de şimdi soğukla mücadele başladı hadi hayırlısı bakalım.

Bende napayım evde pineklemeye alıştım galiba.Bir kere başladımı insan miskinliğe, hemen hayatını sarıp sarmalıyor bir şekilde. Ben de iyi alıştım perşembe-cuma-cumartesi işe gitmeye. Geri kalan zamanlarda genelde okul için ödev araştırması yapıyorum, yemek yapıyorum, bulaşık yıkıyorum, eğer haftanın başıysa ve hava güzelse dışarıda bir yeri gezmeye çıkıyorum. Üzerime gelen bu anlam veremediğim sıkıntıyı bir şekilde atmaya çalışıyorum.

Şu sıralar geleceğim üzerine kafa yorarken buluyorum kendimi hep. Acaba yaptıklarımın ve yapacaklarımın geleceğime ne kadar katkısı var, olmak istediğim yere, ulaşmak istediğim seviyeye ne ölçüde getirisi var, düşünüyorum. Bazen sırf bir diploma için 18 bin doları ve daha değerlisi 1.5 yılımı boş yere harcayacakmışım gibi geliyor. Bazen de o diploma olmadan iş bulmamın oldukça zor olacağını düşünüyorum. Diploma herşey mi, bilmiyorum.

Aslında her zaman diplomanın kağıt parçalarının hiç bir anlam ifade etmediğini savunurdum. İnsanın yapabildiklerini ispatlamanın, kendini göstermenin, seçilmenin, işe alınmanın daha farklı yolları olduğuna inanırdım. Şimdi ise söylediklerimi yutar gibiyim. Bilmiyorum belki de o 1.5 yılda cisco sertifika sınavlarını geçsem daha faydalı olacak ama belki de her ikiside olsa süper olacak :D. Bilmiyorum aklım karışık.

Bu arada okulda 3. sunumumu da yapmış buluyorum. Sınıfta daha slaytı nasıl ilerleteceğini bilmeyen, daha slaytta yazanı okuyamayan elemanların arasında biraz önde gibi görünsem de ingilizce de henüz onlar kadar akıcı ve detaycı olamadığımdan gerçek ben i ortaya koyamadım henüz. Dönem bitmek üzere 1 aydan az vakit kaldı dolayısıyla projeler de iyice kapıya dayandı. Dönem bitene kadar 5 proje daha bitirmem gerekiyor. Zor değil aslında hiç. Yalnızca biraz sıkıcı. Bu dönem hep yöneticilik ve proje dersleri olduğundan pek keyif alamadım. Bir sonraki dönem biraz daha bilgisayarın derinliklerine ineceğiz inşallah. Bakalım sonuçlar nasıl olacak...

13 Kasım 2008 Perşembe

Central Park

Bu salı adaşımla Central Park'ı gezelim dedik. Hava güzeldi ancak biraz soğuktu. Yinede fotoğraf çekme, gezme aşkı ağır basmıştı ve yollardaydık. Tabii ki sevgili yol bisikletlerimiz bu yolculukta bizi taşıma görevine nail olmuştu yine. Hedefimiz bu sefer Central Park'ın üst tarafını yani daha önce gitmediğimiz yerlerini gezmekti. Bunun için D treni ile 125. sokağa kadar çıktık ordan 110 a geri döndük. Tam ortasından bir giriş yaptık ve ilk gördüğümüz ara yola daldık. Ancak kocaman bir kaya karşımıza duvar gibi dikildi. Peki bu bize engel mi? Tabii ki hayır... :)



Derken yandan giden bu merdivenleri keşfettik :) Sonbaharın büyüsü artık iyiden iyiye New York'u kaplamaya başlamış hatta biz o güzelliğin en güzel anını fotoğraflamak için biraz da geç kalmışız. Ama olsun yine de bu haliyle de güzel...



İnsan iyiden iyiye derinliklerine indikçe parkın daha doğal güzelliklerle karşılaşıyor ve tüm bunların el yapımı olduğu aklına gelince içinde bulunduğu güzellik biraz değer yitiriyor. Ancak herşeye rağmen bu güzelliğin içinde oturmak, vakit geçirmek güzel...



Şırıl şırıl bir sesler duyunca takip etmeden yapamıyoruz. Karşımıza gizli saklı bir şelale çıkıyor. Bu manzarayı görünce Küçükkuyu'daki baş değirmen şelalesini ne kadar özlediğimi fark ediyorum. Onun içinde yüzdüğüm günler, altında durup suların beynime çekiç gibi indiği günler ve birden buz gibi suya atladığım günler aklıma geldi. Onların yerini tutmasada bu da güzel bir şelaleydi...





Enteresan oluşumlar her adımda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Şelaleyi 3-5 adım geçmemiştik ki otantik bir köprü gördük. Fotoğraflık değeri vardı doğrusu özellikle iç mekanın...





Aşağılardan birazda yukarılara doğru çıktığımızda göz ucuyla gördüğümüz harika bir kırmızıyı takip ediyoruz. Elbette pişman olmuyoruz. Bu müthiş kırmızının ortasına oturmuş bembeyaz bir bank bizi bekliyordu.





Bunlar son fotoğraflarımız oldu. Çünkü adaşımın garaja dönmesi gerekiyordu ve zaten artık havada yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Dolayısıyla parkın ufacık bir kısmını ancak gezebilmiş olarak geri dönmek durumunda kaldık. Olsun ama üzülmüyoruz nasıl olsa daha buralardayız değil mi :)

10 Kasım 2008 Pazartesi

Pedicabcinin bir günü...

Günaydın New York!

Günaydın sorunlar... :)

Uzak, soğuk bir yatakta açılır gözlerin; alışmaya çalıştığın enteresan perdelerin, soğuk duvarların arasında. Alelacele çıkarsın evden, genelde gözün yarı açık, nadiren keyifli bir kahvaltı sonrası...

İlk hedefin bellidir; Metro istasyonuna giden yolun nasıl biteceğini düşünürsün önce, sonrada metroya adım attıktan sonraki 1 saatin nasıl geçeceğini...

Çinlilerin donukluğunu, saflığını ve vurdum duymazlığını izlerken geçip gider zaman. Kimi zaman bir beşik gibi bir o yana bir bu yana savrulan vagona ayak uydurur, uyur geçer zaman...

Yerin altından ilk adımını attığında uyanırsın. Çünkü yer yüzüne adım atacağın sıralarda daracık çıkışta elbet birileri sana çarpacak en olmadı çıktığında şehrin soğukluğu sana bir tokat atacak.

Garajın yolunu tıngır mıngır tutarken şanslıysan, yani hala mp3 çalarının pili bitmemişse biraz keyiflenerek devam edersin yoluna. Klasik hareketlerdir paça bandını takıp, suyunu doldurduktan sonra kendini yollara atmak.

Artık ezberlediğin sokaklardasın yine. Bir sel gibi akan yeni yüzlere baş kaldırırcasına üstlerine doğru sürüyorsun ekmek teknesini. Başlıyorsun işine gününün nasıl geçeceğini bilmeden. İlk " bicycle taksi" sözlerini söylerken bom boş olan cüzdanın içinde kaç adet kağıt olacak hiç bir fikrin yok. Belki elin boş döneceksin bu sokaklardan, belki aldığın müşterilerin sayısını hatırlayamadan, cebinde bir tomar kağıtla gülerek gideceksin evine... Kim bilir...

İnsanları ikna edebilmek üzere kurulmuş işimiz. Neden binsinler ki bu 3 tekerlek ve bir kasadan oluşan bu garip alete? Çenen sağlam olacak bir kere. Bakışlarda vuracaksın önce. Vurulan avını sözlerinle uslandıracaksın. Sıcak bir gülüş ve ardından nazik bir buyur edeceksin. Ava av olduğunu hissetirmeyeceksin üstelik. Yaklaştığında ürkütmeyeceksin onu yüksek fiyatlarınla. Ustalıkla anlatacaksın sebebini. Nelerle karşılacağını, neler hissedeceğini. Elbette söylemeyeceksin adrenalini yükseldiğinde öleceğini, söyleyeceksin ona yükseldiğinde nasıl keyifli vakit geçireceğini.

Bir el uzatıp aldığında ekmek teknesine henüz hiçbirşeyden haberi olmadan rahat rahat koltuğa yerleşip böbürlenen tipleri, biliyorum içinden geçireceksin " siz görürsünüz şimdi..."

Hareket ettiği anda ekmek teknesi, gözlerinin biraz daha kocaman açıldığını fark etmek çok vakit almayacak arkadakilerin. Arabaların arasına tam gaz saldığında, duran bir arabaya yaklaşırken yavaşlamak yerine daha çok pedallayıp son anda direksiyonu boşluğa kırdığında, dönemeçlerde düz gider gibi yapıp bir anda sokağa kırdığında elbette tansiyon biraz daha yükselecek. O anda belki arkana bakmana gerek kalmayacak çünkü belki arkadakiler çoktan havaya girmiş " uuuu, wowww" diye bağırıyor olacaklar. Eğer ses gelmiyorsa arkana dönüp baktığında pedicab in iki yanındaki direklere sıkı sıkı sarılmış bir çift göreceksin muhtemelen. Yüzünü bir gülümseme alacak elbet o anda çünkü kendine güveni tam, yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının farkında olan bir sürücü olarak bir tek sen korkmayacaksın orada.

Gidilecek yer yaklaştıkça rahatlamalar başlayacak tabii ki. Hedef bina göründüğünde arka tarafta "oh be! sağ salim geldik" düşünceleri havada uçuşacak ama yere adım attıkları anda %99 u çok beğendiklerini, çok memnun kaldıklarını söyleyip ne fiyat biçtiysen fazlasını verecek ve uzaklaşacaklar. Tabii İtalyan, Fransız veya uzak doğulu değilse :)

Bu maraton bitmeyecek bütün gün. Her köşe başında sarı taksilere el kaldıranlara yanaşacaksın işportacı gibi. "Binmek ister misin?" diye soracaksın şansın yok. Belki şansın tutacak paraya kıyıp binecek, belki o anda arkasındaki seni enteresan bulup sırf merakından binecek...

Kimi zaman otel kapılarında güvenlik görevlileri ile paylaşacaksın kozunu. Onlarla tartışırken bile gözün bir yandan kapıdan çıkmakta olan müşterilerde olacak. Hani biri niyetlense görevli mecburen çenesini kapayacak ve sende işine bakacaksın. Umut işte naparsın. Umut kimi zamanda akşam şovlarında olacak. Şov kapılarında en az yarım saat bekleyeceksin şovun bitmesini. Geç gelme lüksün yok! Çünkü her an kapının önünde yer kalmayabilir ve yolun ortasında kalabilirsin. Hoş, şovdan alıp alamayacağın da mechuldür. 20 tane pedicab in içinden seni seçmeleri biraz hayaldir ancak hergün ısrarla deneceksindir şansını. İyi yerde bekleyip şansını arttırıp çaresiz bekleyişine başlayacaksındır...

Şanslıysan ve kaptıysan bol bol müşteri bugün günün son saatlerinde, Times da son turlarını atarken içinden şarkılar söylersin. Diğer pedicabcilerin yüzüne gülümseyerek bakarsın iyi para yapmış olmanın verdiği rahatlıkla. Hatta bazen el kaldırmış bir müşteriye atlamazsın yeteri kadar yaptığını düşünürsen. Paylaşırsın nasibini başkalarıyla...

Garajın yolu yokuş aşağıdır bu sefer. Dönüş keyifli ise yoldaki çukurlarla oyun oynarsın. Hatta bazen kimisine zevk olsun diye bilerek girersin. Başka pedicab ci varsa onunla yarışmaya kalkarsın :). Ancak günün bittiği yer hep aynıdır. Hep aynı kapıda son bulur. Ekmek tekneni bırakıp yine en büyük nimetin ayaklarına bırakırsın işini ve yürürsün canın çıkmış halde metroya.

Çile bitmez tabii. Çekilecek çile çok. Sağolsun MTA'in ( metroyu işleten şirket) çalışmaları hiç bitmez 100 yıllık bu metroda. 1-2 haftada bir rezil eder bizi istasyonlarda...metrolarda... Şanslıysan gelmişsindir sabaha karşı 1 de , değilsen gelmişsindir 3 de 4 de. Duş alırken uyumak istersin bazen. Ağır gelir bedenin o an ancak çaresi soğuk sudur o an.

Emekleyerek gittiğin yatağından kalkışında aynı şekilde olur genelde. Kimimiz bir hava yumağı ile boğuşarak kalkarız, kimimiz yataktan zorla çekilerek. Bazılarımızın sabah gitmesi gereken okulları vardır, bazılarımızın cevap bekleyen kızları.

Hepimizin derdi hayatla olmalı...

3 Kasım 2008 Pazartesi

Uhh...

Uhh... İnanılmaz bir üç gün oldu... Hani dedik ya yan gelip yatıyoruz diye inadına acısı çıktı bu üç günde. Aslında iyi ki dinlenmişim diyorum şu anda yoksa belki bu üç günü sağ salim çıkartamaya bilirdim...

Buraların kültüründen bir haber hayatımıza devam ederken cuma günün Halloween, yani cadılar bayramı olduğunu öğrendik. Hoş benim içimden bu gün pek birşey olmaz diye geçiyordu. Saat 2 de işe başladım genelde olduğu gibi. Güzel, güneşli, hafif sıcak bir gündü. Gün içerisinde Empire States de takılarak, Times'a çıkarak günü kurtarmaya çalıştım. Allah'a şkür bir kaç tur aldım moralim yerine geldi. Saatler ilerledikçe kıyafetli insan sayısında da artış oluyordu tabii. Ancak Times ve etrafının giderek boşaldığı bariz bir şekilde belli oluyordu. Empire States cıvarına gittiğimde kıyafeti olan tek tük bir kaç gencin aşağı doğru yürüdüğünü görüyordum. Bugün sakin geçecek gibi görünüyordu. Arkadaşlar downtown da yürüyüş yapılacağını söylüyorlardı ama ben pek kulak asmıyordum.



Keza günüme normal bir şekilde devam ettim. Oteller bölgesine indim akşam vaktine doğru. Baya uğraşmama rağmen müşteri alamadım. Bir yemek molası verdik Ömer'le hızlıca sonra elbette aynen devam...

Tekrar işe döndüğümde sokakların iyice boşaldığını gördüm. Broadway şovlarnın dağılmasına az bir vakit kala ünlü mağzaların dekorasyonunu yapan bir adamı aldım pedicabime. Sohbet muhabbet gezdirdim onu. Yıllardır burada yaşıyor olmasına rağmen hiç binmemiş ve bugün bu deneyimi yaşamak istemiş.

Görevimizi başarıyla yerine getirdikten sonra tekrar dolanmaya başladım. Ortada ne doğru düzgün pedicab vardı ne bir taksi ne de doğru dürüst insan...

Şovlara gittik Ömer'le. Yerim iyi olmamasına rağmen akıllı davranarak bir müşteri aldım, oteline bıraktım. O zamandan sonra başladı maraton. Geri Times'a dönerken birini daha aldım Central Park'ın oraya çıktım ve dönüşte bir tane daha...

Ortada doğru dürüst taksi olmadığından herhalde pedicab e kaydılar diye düşündüm. Düşünürken ortalık bir anda karıştı. Polis arabaları 8. cadde de dört dönmeye başladı. Sirenler, koşan polisler ve ters yönden tam gaz gelmekte olan arabaları ortalığı gene lunaparka çevirdi. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Yol araç trafiğine kapanmıştı haliyle yoksa nasıl gelsin karşıdan polis.

Her neyse, derken bir polis pedicabime eliyle vuraraktan çabuk çık git burdan dedi. Bende kırmızı ışık olmasına rağmen bastım gittim. Vay be! dedim "Filmlerde gördüğümüz koşuşturmanın tam ortasında canlı şahit oldum sonunda" dedim :). Anlaşılan birileri cadılar bayramını bahane edip kostüm giymenin avantajıyla bir haltlar yedi.

Neyse bizi ilgilendirmez dedim yürüdüm. Derken ileride bir kız beni durdurdu ve downtowna gitmek istediğini ve ne kadarsa ücreti ödeyeceğini söyledi. İyi dedim gel. Başladım aşağı inmeye 20. sokağa kadar gelmiştim ki kız gitmekten vazgeçti. Başka bir yere gideceğini söyledi indi. O vakit yolda yürüyen birkaç kıyafetli eleman gördüm ineyim bakalım biraz daha ne var burda dedim. Daha 2 sokak gitmemiştim ki 3 kişi beni durdurdu ve 8. sokak 3. caddeye gitmek istediğini söyledi. Eyvallah dedim buyrun...



Güzelcene saşağı salaraktan ilerliyorum...14. sokak...insanlar beliriyor 10.. sokak... kalabalık artıyor... 8. sokak trafik kitleniyor...3. caddeye girdiğimde ise adeta bir insan seli beni karşılıyor. Her adım başında elini kaldırmış taksi arayan bir insan bekliyor. Şaşkın şaşkın arabaların arasından ilerliyorum. Adeta izdiham yaşanıyor. Millet bir yandan eğleniyor, eğlenmeyi tamamlayanlarda bir an önce ordan çıkmaya çalışıyor, tamamen tıkanmış trafiğin içinde taksi arıyor...

Bir telaş bıraktım bizimkileri 8. sokağa. Hemen döndüm o sokağa geri. Müşteri bulmakta hiç zorlanmadım :) Uzak yakın neresi olursa alıyor güzel güzel şarj ediyordum :). Pedicabciler adeta bir kurt gibi sokağa saldırmış, bir tazı gibi aldıkları müşterileri bir an önce götürüp tekrar geri gelmeye çalışıyordu. Tıkanan trafiğin içinde kimi zaman kaldırımlara çıkıyor, kimi zaman da ters yollara giriyorduk. O vakitlerde kural,nizam diye birşey kalmamıştı artık. Polisler bile her yaptığımızı görmezden geliyor trafiğin açılmasını istiyorlardı. Bizler deli gibi pedallayıp kaynağa geri dönmeye çalışırken daha dönemeden bir başkasını, götürdüğümüz noktadan da daha bir başkasını alıyorduk...



Ben adanın en ucundaki en baba,en pahalı Empire suites'e almıştım yolcumu. Lakin bir türlü geri dönemiyordum. Oraya giderken kullandığım bisklet yolundan bir türlü çıkmak nasip olmadı. Çünkü dönüş yolu üzerinde yarım saat- kırt dakikadır yürümekte olan bir çift tarafından durduruluyor ve tekrar geri dönmek zorunda kalıyordum. Sanırım 4-5 defa bisiklet yolunu boyluca teptim. Bisiklet yolunda ışık olmaması ve genelde düz olması işime geliyordu...

O gece sabah 4 e kadar çılgınlar gibi çalıştık. Kaç müşteri aldım, nerelere gittim hatırlamıyorum bile. Tek bildiğim garaja döndüğümde cebimde 500 dolar cıvarında bir para vardı. İnanılmaz bir geceydi. Öğlen 2 den sabah 4 e kadar 14 saat aralıksız ( yemek hariç) pedallayıp, müthiş bir efor sarf ettiğim bir gün oldu. Saat sabah 6.5cıvarı yatağımla buluşabildim ancak. Elbette recovery tozumuzu yudumladıktan sonra :)...

Recovery yaradı mı ne öğlen 12 de uyandım. Ömer kalk gidip çalışalım dedi. Eyvallah dedim. Broadway şovuydu,konserdi şuydu buydu derken Cumartesi günü de gece yarısına kadar çalıştık. Ancak benim pazar günü erkenden dersim vardı ve yatmam gerekiyordu. Gece yine 2 yi bulmuştu uyuduğumda 4-5 saat uyku ile dersin yolunu tuttum sonra.

Bu seferde öğrendim ki Pazar günü New York'da 40 bin kişinin koştuğu 1 milyon kişinin seyirci olarak geldiği Long Island'dan başlayıp Central Park'ta biten bir maraton varmış. Haydaa gene başladık çalışmaya...



Topu topu 5 saat uyku...

14 saat pedallamış bir ayak...

Maraton bitti. Ancak o zaman bizim ki başladı. Halloween akşamı yaşanan izdiham Central Park'a taşındı. Koşuyu bitiren yere yığılıyor, bir an önce oteline dönmek için can atıyor, ancak ne bir taksi ne bir araç bulabiliyor... ne yapacak? Tabii ki pedicab e binecek :D

Aman Allah'ım Central Park West den aşağı pedicab yağıyor. Ben böyle bir şeyi ilk defa gördüm. Her ışık yandığında en az 8-10 pedicabci müşteri almış tam gaz aşağı yardırıyor. Bir o kadarı da o yokuşu bir tarafından soluyaraktan çıkıp müşteri almaya çalışıyor.

78. sokak cıvarından çıkan yarışmacılar bir yumak haline dönmüş taksi diye feryat ediyor. İmdatlarına yetişiyoruz battaniyelerimizde ve pedicablerimizle :). Ancak bu bizim için o kadar zor ki. Her binen en az 40 blok gitmeye çalışıyor ve inanılmaz bir trafik var. İnmek bir dert olduğu gibi çıkmak bambaşka bir dert oluyor. Spd min ve yarışcı olmamın avantajıyla hayvan gibi yüklensem de trafik bir türlü yol almaya müsade etmiyor...



Bu yüzden bu günün verimi oldukça düşük oldu. Ben 4 defa 44. sokaktan 80. sokağa çıkıp inebildim. E tabii ki anam ağladı birazcık :D. Artık son müşteriyi aldığımda uykusuzluktan dikkat dağımasıda başlamıştı. Uzun süren bir kırmızı ışıkta gözlerim kapanıyordu nerdeyse. O müşteriden sonra geri dönmek istemedim artık... Vucudumuzunda bir sınırı var...

Antrenman günlerimde bile belki bu kadar ayaklarım sızlamamıştır. Şu anda hepsi son derece kasılmış ve yorgun durumdalar :). Olsun ama değdi 3 günde pedicabciler çok iyi para kaldırdı. Pazarlıklarda 90-100 dolarlar havada uçuştu. İnanılmazdı...