31 Aralık 2008 Çarşamba

Nice mutlu yıllara...



Sevinçlerinizin üzüntülerinizden fazla olduğu bir yıl dileğiyle...

Mutlu yıllar Türkiye!


Not: Yıl başını benimle birlikte times square de kutlamak isterseniz işte adres :

http://newyears.earthcam.com/ts/

24 Aralık 2008 Çarşamba

Gurbet...

"Kimi kendi isteğiyle, kimi de zorunluluktan atar bedenini gurbetin soğuk rüzgarına. Bedeni ile birlikte beynini, ruhunu ve olduğu kişiyi de getirir beraberinde..."

İlk adım attığında yabancı topraklara, bastığın toprağın yabancı olduğunu bilirsin, çekinerek atarsın adımlarını tanımadığın bu yeni dünyada. Yeni doğmuş bir bebekten farkın yoktur. Gezdiğin sokaklar, baktığın yüzler, insanlar, renkler, oturduğun sandalye, içtiğin meyve suyu, yattığın yatak... hepsi bambaşkadır artık...

Hayatında hiç mango yememiş biri gibi, yaşadığın olaylara, tattığın şeylere büyük bir dikkat ve çekince ile yaklaşırsın önce. Ancak... Sonra alışmaya başarsın, mangonun ne olduğunu bilirsin artık, görünce tanırsın, tadını bildiğinden güler yüzle atarsın ağzına.

Gün gelir ışıklarıyla başta seni büyüleyen o sokaklar artık sıradanlaşmaya, baktığın yüzler,meyvalar tanıdıklaşmaya başlar. Çünkü biraz daha buralı olmaya başlamışsındır artık. Her yeri tanımanın bilmenin verdiği rahatlıkla biraz daha huzurlu hissedersin kendini. Artık içindeki yabancı, yerini tanıdığın bir simaya, yani olduğun insana bırakmaya başlar...

Eee... dedik ya...İnsan yalnızca bedenini atmaz gurbetin soğuk rüzgarına, birlikte beynini ve olduğu insanıda beraberinde götürür diye... Beraberinde getirdiğin ruh, olduğun yeri sahiplenmeye başladığında ortaya çıkmak ve hayatı sana biraz daha zorlaştırmak için pusuda hazır bekliyordur maalesef...

İlk adımlarında keşfetmenin ve şaşkınlığın eşliğinde geçirdiğin günlerin keşfin bitmesiyle birlikte yerini başka arayışlara ve süprizlere bırakır kendini. Üstünden çok geçmez aynı yanlızığı yaşayan tek kişi olmadığını fark etmen. Hatta bir anda aynı yolun yolcusu olan insanlar ile birlikte aynı odada oturup kalktığını, aynı tabağa çatal salladığını ve aynı ekmeği bölüştüğünün ayırdına varırsın. Keşfetmenin ve şaşkınlığının gölgesinden kurtulduğun anda bu insanlarla aynı yolda yol almak sana büyük bir mutluluk verir. Hemen hemen herkes sana iyilik yapmaya çalışır, yardımcı olmaya çalışır. İçinden dersin, gurbet insanları bak nasıl kenetlendiriyor, emin adımlarla yürümeye başlayanlar, henüz emeklemeye çalışanlara nasıl güç veriyor, emekleyenlerde birbirine ne kadar büyük bir destek veriyor...

Sorgulamazsın bu desteklerin, yardımların, dostluk çalışmalarının nedenini. Çünkü beraberinde getirdiğin ruh, herkesi kendin gibi sanır ve hepsini memnuniyet ve büyük bir mutlulukla kabul eder. Kendi ülkesinde edindiği o saf ve temiz dostlukları burada da bulduğunu sanır. Ancak aldandığını farkmesi uzun sürmez. Başlarda içinde hissettiği bu eşsiz mutluluk zaman içinde kendini bir üzüntüye bırakır...

Gurbette isen eğer her ne kadar etrafında sana çok yakın duran insanlar olsa da, aslında geçirdiğin her anda, yaşadığın her olayda, yapayalnız bir adam olduğunu unutmayacaksın. Bugün yüzüne gülen insanların yarın arkandan seni kötüleyebileceğini, bugün sen önemlisin, senin derdin benim derdim diyen kişilerin, yarın ufak bir terslikte seni yapayalnız bırakabileceğini unutmayacaksın.

Seni kullanmak isteyen insanların oyuncağı olmayacaksın. Bazen mecbur kalacaksın; hayata, kendine kızacaksın ancak her zaman kendi koyduğun hedeften şaşmadan, onların miskinliklerine ortak olmadan, onların yaptıkları yanlışlara uymadan yoluna devam etmeyi bileceksin.

Günler geçtikçe insanların güler yüzlerinin yanı sıra sinsiliğini, faydacılığını, umursamazlığını gördüğünde için biraz daha acıyacak ve eskisinden daha yalnız hissedeceksin kendini; ama yine de umutların, hayallerin ve hedeflerin seni hep ayakta tutacak. Yenilmeyeceksin. Son şiddetle gemine çarpan hırçın dalgalardan daha güçlü olduğunu önce kendine, sonra tüm dünyaya ispatlayacaksın ve aştığın dalgaları gördükçe kendinle gurur duyacaksın...

Gün gelip fırtınalar dindiğinde, sessiz sakin sularda yol alırken batan güneşe doğru; bir an olsun ardına baktığında birden , hafif , tatlı bir gülümseme yerleşecek o yorgun biraz daha yaşlanmış yüzünde. O gülümseme, gün batımına yol alan gemi başarının ve mutluluğun fotoğrafı olarak tarihteki yerini alacak...

Sevgiler...
Kıvırcık.

22 Aralık 2008 Pazartesi

First Race + Woodbury Outlet

Sevgili dostlarım hayırlısıyla Amerika'daki ilk yarışıma katılmış bulunuyorum. New York'un Albany ilçesinde bol bol kar içinde yapılan yarışta 3. oldum. İşte hikayemiz;

Ev arkadaşlarımla birlikte güzel bir araba kiraladık önce. Cevdet Abi sağolsun herşeyi halletti ve bize sürücülük yaptı. Hoş bir yarışan ben vardım içlerinde ama onlarda bana destek vermek, olayı kavramak için takıldılar peşime.

Kiraladığımız araba hakikaten güzeldi. Dodge'un 7 kişi oturulabilen minivan tarzı bir arabaydı. Gayet sağlam basıyordu ancak tabii ki su gibi benzin içiyordu :).



4 saatlik bir yolculuktan sonra Albany'e geldik. Start alanını bulmak zor olmadı. Hemen hazırlanıp numaramı aldım. Yarışa öyle pek bir ilgi yoktu. Zaten her yer karlarla kaplanmıştı.




Kısa bir süre sonra yarışı düzenleyen kadın asıl parkurun karlar altında kaldığını bu yüzden gölün etrafında sıradan bir parkurda 10 tur atılacağını söyledi. Buna üzüldüm biraz çünkü olay artık dağ bisikleti yarışından çıkmıştı. Neyse bir şekilde başladık yarışmaya ve önde 3lü bir grup oluşturduk. Önde ikisi gayet iyi basıyorlardı bende takıldım onlara. Gayet iyi yüklenmeme rağmen bir türlü öndekini yakalayamadım ama aranında açılmasına izin vermedim. İkinci turda ikinciyi yakaladım ve bir virajda aralarına girdim. Ancak fazla hızlandığımdan yol dışına taştım ve karların arasına saplandım. Elbette onlarda arayı açtı. Sonraki turlarda kapatana kadar canım çıktı ancak kapattım :). Yine ikincinin ardına girmişken tam bir virajda yine yol dışına taşarak sendeledim. Yine uzayıp gittiler. Artık son turda iyice yüklendim ve yine yakladım ama artık finiş çizgisine gelmiştik yararı olmadı :)

Yarış -10 derecelere yakın bir havada gerçekleşti. Soğuğun ne kadar etkili olduğunu görmek isterseniz aşağıdaki sakallı adamın sakallarının nasıl donduğuna bakabilirsiniz :)



Ödülümü veren ablamız oldukça sıcak kanlı ve sevecendi :) Aslında tanıştığımız herkes öyleydi. Bize oldukça güzel ilgi gösterdiler. Hatta ben bitişe geldiğimde çok enteresan bir manzara ile karşılaştım. Bizim arabanın içinden karadeniz havası çalıyordu ve yabancıların hepsi bizimkilerle horon tepiyorlardı :D.



Yine de güzel bir yarıştı. Çekişmeli oldu ancak çok kısa sürdü. Yaklaşık 40 dakika kar içinde debelendik geldik :D. Ödülüm 20 dolarlık bir çek, fox marka 60 dolarlık bir bisiklet çantası ve sıradan bir bisiklet kitabı oldu. Güldük eğlendik geldik :).




Dönerken altımızda madem araba var New Jersey'deki şu meşhur Woodbury Outlet Center'a bir uğrayalım dedik. Burası 100lerce markanın outlet mağzası olan bir alışveriş köyü.




Köy diyorum çünkü her markanın mağzası iki katlı evlerden oluşuyor. Birinden diğerine giderek güzel fiyatlarla bol bol alışveriş yapıyorsunuz.



Bizimkilerde aldı birşeyler, benim zaten çoğu şeyim olduğundan para harcamak istemedim yok yere. Fiyatlar indirimli ama öyle abartı indirimler bulamadık. Ancak yine de burası bol miktarda alışveriş yapılacaksa gerçekten güzel bir yer.

19 Aralık 2008 Cuma

Yarışa gidiyoruz :D

Heyecanlıyız... "ız" diyorum çünkü kendimle birlikte başkalarınıda bu heyecana ortak ettim galiba :D. Garajda çok sevip saydığımız Cevdet abi ile bizim meşhur mekaniker nam-ı diyar "Martin" de peşime takıldı geliyorlar :D. Elbette beni destekleyecek olan ev arkadaşlarımı saymıyorum bile! :D.

Ancak ne yazık ki koşullar ağır. Pazar günü %100 kar yağışlı ve -10 derecelerden bahsediliyor. Açıkcası 9 da başlayacak yarış için 4 saat yol tepip dandik bir yarışa gideceğimiz için çok da heyecanlı değilim ancak sonucu çok merak ediyorum. Bakalım 6 ayda ne kadar geriledik ne kadar ilerledik...



Bu arada bu hafta neredeyse hiç yazamamış olmamın nedeni okulun son haftası olması ve 3 günde 5 projeyi tamamlamak zorunda kalmış olmamdan dolayıdır. Açıkcası zor oldu. İşe çıkamadım. Ancak yinede bir şekilde hallettik ve okulun ilk dönemini hayırlısıyla tamamladık. Bundan sonraki dönem şubatın ilk haftasında başlayacak. O zamana kadar kendimi işe odaklamaya çalışıyorum. Bu arada yıl başı geliyor ancak hala daha sokaklarda hareketlilik yok. Heryer süsleniyor ancak gelen turist yok. Ocak 5 den sonra pedicab işi biter diyorlar. Bakalım ne olacak. Şu yılbaşı haftasını max. kar ile kapatırsak o bizi bir ay götürür ancak kısmet bakalım bekliyoruz.

Ayrıca ilk ciddi kar bugün New York sokaklarına düştü. Sabah kalktığımda pencereden dışarı baktığımda yerde 2-3 parmak kar olduğunu görünce gözlerim açılıverdi birden :D Manhattan'da da yerler bir miktar kar ile kaplandı ancak zamanla yumuşadı ve etkisini kaybetti. Böylece karda pedicab kullanma tecrübesini de yaşamış olduk :D. Elbette bunları fotoğraflayıp sizlerle paylaşmak istiyorum ancak havalar iyi gitmiyor makineme kıyamıyorum :). Ama emin olun bundan sonra bol bol fotoğraf ile süsleyeceğim sitemi. Söz :)

Sevgilerle...
Kıvırcık.

16 Aralık 2008 Salı

Radio City Christmas Spectacular

Christmas yaklaşıyor ve New York değişiyor. Her yer ışıl ışıl ve cıvıl cıvıl olmaya başlıyor. Hemen hemen her mağza, her alışveriş merkezi dükkanlarını süslüyor bu güzelliğe ortak olmaya çalışıyor. Elbette bu özel gün için özel şovlar da düzenleniyor.

Aralık ayı başından beri sürekli önünde müşteri kovaladığımız New York'un yılbaşına özel şovu ile baş başa bırakmak istiyorum sizi. Onlar bilet bulabilmek için çıldırıyor, bakalım siz beğenecek misiniz :)

15 Aralık 2008 Pazartesi

Scott USA :)


Ve işte onunda sevgilim geldi :). Ona kavuştuğum için çok mutluyum. İnşallah birlikte çok güzel günler geçireceğiz burada. Her zaman olduğu gibi beni taşıyacak, götürecek uzaklara. Yeni maceralara, hikayelere koşturacak.

Hatta ilk faaliyetimiz 21 Aralık'ta olacak kısmetse. 21 Aralıkta Albany de yarış olduğunu öğrendim. Bugün yarın kaydımı yaptırmayı düşünüyorum ancak ulaşım sorununu hala çözebilmiş değiliz. Araba kiralamayı düşünüyorum ama sürücü sorunuda var. Bakalım halledebilirsek Amerika'daki ilk bisiklet yarışıma katılmış olacağım. Doğrusu oldukça heyecan verici :)

Buradan bu bisikletin taaa buralara kadar gelmesinde büyük emeği geçen takım arkadaşlarım Muammer ve İbrahim'e kucak dolusu sevgilerimi ve teşekkürlerimi iletiyorum. Aynı zamanda o koca kutu ile mücadele edip taa postanelere taşıyan babamında ellerinden öpüyorum.

İnşallah aldığım güzel sonuçları buradan duyurmak nasip olur...

Güzel sonuçlar olmasa bile güzel hikayeler ile döneceğimden emin olabilirsiniz :D. Bu yıl çok renkli geçecek çok... :D

12 Aralık 2008 Cuma

Okuldan haberler...

Evet... Master olayında ilk dönemin sonuna neredeyse gelmiş bulunuyoruz. E tabii dönem içerisinde yaptığımız çalışmaların sonuçlarıda yavaş yavaş internete düşmeye başladı. Burada öğrencilikle ilgili herşey Blackboard denen internet tabanlı bir program üzerinden hallediliyor. E tabii bizde notlarımıza oradan bakıyoruz.

Gerçi daha dönem bitmedi son 1 hafta kaldı dönemin bitmesine ve hala bitmeyi bekleyen 5 ödev var :( O yüzden lafı fazla uzatmayacağım :D

Data Communications dersinden ilk iki projeden 98 ve 96 aldım. Başta biraz notları bol tuttu sanırım. Bu derste normal içeriğe ek olarak yaptığımız şey ilgimizi çeken bir teknoloji ile ilgili 10-15 sayfalık bir rapor hazırlayıp, bir sunum ile sınıfta bunu sunmak. Başta benim için hiç kolay olmadı tabii.Akıcı bir ingilizceye sahip olmadığımdan o an anlatmak istediğim şeyi önce düşünüp cümleyi kurup söylemek benim için oldukça zor bir durumdu. Ancak hallettik neyseki...

Project management dersinden ise ara sınavda 85 aldım. Bu dersin birde final projesi var ve hala kara kara nasıl yapacağımı düşünüyorum :D. Vakit olsa yapacağım elbet ama nerde o vakit...

Business Principals dersinden ise henüz notlar açıklanmadı. Söylediğine göre hepsini göz önünde bulundurup öyle not verecekmiş. Bakalım ne olacak.

Burada master yapmak istiyorsanız eğer gerçekten başlamadan önce şart koştukları Toefl sınavına çalışmış, girmiş ve güzel bir skor elde etmiş olmanızı tavsiye ederim. Her ne kadar bazı üniversiteler bu sınavı şart koşmuyor olsa da derste anlatılanı anlamadan, kendinizi ifade edemeden buradan birşeyler kazanmanız çok zor.

Bu açıdan zamanında bol bol yabancı film izlemiş olmam, oyunları çözmek için saatlerce uğraşmışlığım ve otelde turistlerle konuşmak için mücadele ettiğim bir nebze rahatım :)

Neyse şimdilik bu kadar. Aslında şu anda çok mutlu hissediyorum kendimi yerimde duramıyorum :) Neden mi? Nedenini yarın öğreneceksiniz :)

8 Aralık 2008 Pazartesi

Iyi bayramlar !

Biliyorum oralarda keyfiniz yerinde fistik gibi 10 gunluk tatili kapmis planlar hazir bir sekilde tatile girdiniz. Valla kiymetini bilin derim. Simdi buyuklerin elleri opulmus, kurbanliklar kesilmis ve tum ocaklar mis gibi tutuyordur. Ne diyelim keyfini cikarin :)

Kurban bayraminin buradaki yansima ise sadece bir kac saat... O da bayram namazinin camide kilinmasindan ibaret. Sirin Fatih Camii miz her zamanki cemaati ile gorevini yerine getirdi ve ikramlarinida sagolsun eksik etmedi :). Elbette hemen ardindan isi olan isine... okulu olan okuluna...

Olsun. Ne de olsa kutlayacak cok bayramlarimiz olur geri dondugumuzde degil mi? :)

Iyi bayramlar olsun bakalim hepinize :)

2 Aralık 2008 Salı

Beckham ve aliesi :)

Sokakta çalışmayı seven bir pedicabci için olmazsa olmaz bir şeydir broadway şovlarını takip etmek. Keza bende şovların bir numaralı müdavimi olaraktan standart öğlen turu avı için şovların etrafında dolaşıyordum. Şovların olduğu sokaklara girdiğimde daha henüz hiçbir pedicabcinin mekana gelmediğini gördüm. Aslında normalde cuma günleri öğlen şovları olmaz ancak şükran gününde hiç bir şov olduğundan mütevellit ertesi güne öğlen şovu koyduklarını ben internetten görmüştüm. Anlaşılan kimse bu ince detayı fark etmemişti...

Herneyse, ilk uğradığım şov olan Hair Spray'e geldiğimde onun karşısındaki Jersey Boys şovunun önünde elinde fotoğraf makineleri olan insanlar gördüm. Başta reklam için veya başka bir amaçla fotoğraf çekiyorlar sandım önemsemedim. O sırada şansa denk gelen bir polis beni oradan kovdu. Ancak elbette bu yılacağımız anlamına gelmiyor, sokak etrafında bir tur attıktan sonra tekrar aynı yere geri döndüm.



Döndüğümde beni şaşırtan son model bir jipin üzerine çıkmış bir kadının elinde fotoğraf makinesi hazır halde beklediğini gördüm. Yahu bu ne halt yiyor burda demeye kalmadan bir anda sol tarafımdaki kapı açıldı ve flaşlar patlamaya başladı. İçeriden çıkan kimdi dersiniz? Beckham ve Ailesi :D Kafamı çevirdiğim anda Beckham ile göz göze geldik ancak elbette çok uzun sürmedi. Herşey bir kaç saniye sürdü. Kapıdan çıkmaları ile özel limuzinlerinin kapısının açılması ve içeri doluşmaları çok sürmedi. Çocuklardan biri jipin camına kolunu yaslamış somurtarak oturuyordu. Pek mutlu değil gibi görünüyorlardı. El salladım gülümsedim, o da hafifce gülümsedi. Derkene jip gaza bastı ve gittiler...



Ha onlar gittikten sonra ben ne yaptım derseniz, koskoca şovdan tek başıma olmama rağmen bir tane bile müşteri alamadım :D Neyseki onun karşısındaki Hair Spray den kalabalık bitmek üzereyken bir yolcu kaptım da beklediğime değdi :)

28 Kasım 2008 Cuma

Birinci gelen 100 doları alır !

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Şükran günü tam bir fiyasko oldu bizim için :) Hani demiştim ya çarşamba akşamı başlayıp perşembe günü devam edecek güzel şeyler olacak... İnsan sabahın altı buçuğunda yapar mı bunları yaa! Hepsini kaçırmışız tabii saat 12 de gidince :D Bir gittik ki herkes dağılmış evine gitmiş bile. Tüm mağzalar kapalı her yer tatil insanların dışarı çıkması için hiç bir sebep yok :( Tüm gün boş boş dolandıktan sonra geldim eve. Napalım kısmet değilmiş...

Ancak çarşamba akşamı işler o kadar güzel gidiyordu ki okula gidemedim. Sokaklar acayip derecede kalabalıktı ve insanlar sürekli bir yerden bir yere gitmek istiyorlardı. O gün pedicabciler iyi iş yaptı ama dediğim gibi perşembe tam bir fiyasko oldu.

Perşembe günü eve erken gelince bir güzel yemek yaptık ve erken uyuduk. Dolayısıyla erken kalkıp erken işe başlayabildim uzun zaman sonra. Kahvaltıdan bile feragat ettim çünkü o gün Black Friday olarak adlandırılıyordu ve tüm mağzalar %40 ile %70 arasında indirime gidiyordu.

Erken çıkmanın faydasını da gördüm tabii hemen. inanılmaz bir kalabalık vardı çünkü. İnsanlar deli gibi alışveriş yapmak istiyordu.Artık kaldırımlara sığamıyor araba yoluna taşıyorlardı. Ancak yine de sabah saatlerinde sokakta pek iş olmadı bende American Girl Place in önünde sıraya girdim. Millet o kadar çıldırmış ki American Girls e girebilmek için ta sokağın öbür ucuna kadar sıraya girmişler içeri girebilmek için. Hoş bu işimize geliyor çıkana bike taxi, bike taxi diyip kapabildiğimizi kapıyoruz işte...

Şansa bir tane çıktı banada. Adam iyi paralı çıktı karısı ve çocukları içeride alışveriş yaparken söyledi gideceği oteli üzerine onlar çıkana kadar beklemem için bir 20lik attı. Bir 10 dakika onları bekledik sanırım. Alışverişlerini yaptılar ve iki bisiklet four seasons otele gittik bi 25 er daha aldık üstüne. Ondan sonra kimleri aldım kaç kişi aldım bilmiyorum. Sürekli birilerini taşıdım indirdim ancak en ilginci akşam saatlerinde yaşandı...

Normal bir şekilde Times Square'e girmeye hazırlanıyordum, arkadan bir ıslık sesi duydum. Hop bir baktım biri el ediyor. Hemen yanaştım tabii. Anne baba ve iki ufak kız binmek üzere yaklaştılar. Kadın korktu geri kaçtı Allah Allah dedim ne oldu acaba. Binebileceğimi sanmıyorum dedi kadın aha dedim su koy verdi gene biri alamayacağım sanırım gene müşteriyi... Dedim çok yavaş sürerim korkmaya gerek yok gel... Baba atladı hemen yok yok onun fobisi var falan birşeyler dedi. Eee dedim ne olacak. İki ufak kız atladı hemen bisiklete. Baba bir 20 lik çıkarttı ve " Al bizim ufaklıkları 4 blok ötedeki otele götür" dedi. Onlara iyi bak dedi ve bir 20 lik daha çaktı :D.

Neyse, o trafiğin içerisinde ilerlemek çok zordu ve yürüyerek giden anne babayla birlikte gittik o 4 sokağı. Kızlar ufak olduğundan gözleriyle sürekli anne babalarını arıyorlardı zaten. Onlarla bir güzel sohbet ettim, üstlerine battaniyeyi örttüm o şekil geldik otelin önüne kadar. Trafik o kadar yoğundu ki gittiğimizde anne baba bizden önce varmıştı :D. Adama yaklaşırken adamın cebinin gene eline girdiğini gördüm. Dedim herhalde tip verecek bir kaç dolar... Hiç acımadı bir 20lik daha çaktı. Helal be! dedim :D. Çok teşekkür etti ve otellerine girdiler. Herhalde ilk kez yokuş aşağı hiç pedal çevirmeden 4 sokak için, 60 dolar almış oldum. Enteresandı :)

Bundan daha enteresanı şov zamanı yaşandı. Her zaman olduğu gibi Broadway şovlarının önüne pusu kurmuş şovun dağılmasını bekliyorduk. Saat 10.30 oldu ve yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Çok uğraştırmadılar sağolsun kalabalık içerisinden güler yüzlü bir adam "We need two" diyerek üstümüze koşmaya başladı :D. Eyvallah dedik. Bana bir adam ve iki ufak kız, diğerine de bir kadın ve bir kız bindi. Hareket edince nereye gittiğimizi sorduk. Meriddian otel dediler. Diğer pedicabci ile göz göze geldik o an. Ve o bakışlardan anladım ki ikimizde bu otel nerede bilmiyoruz :D. Ama bizde de hak var yani ne bilelim o otelin new yorkun en pahalı en prestijli oteli olduğunu. Sanki orda kalmaya gelen pedicabe mi biniyordu da oraya müşteri götürecektik di mi :D. Alır limuzinini gider adam ki daha önce oraya hiç müşteri götürmediğimden bilmemem normaldi ancak bu sefer adamlar limuzin yerine pedicabi seçmişlerdi :)

Neyse ufak kız biraz tarif edince haa diyip yola koyulduk. Bir sağ bir sol yaparken adamlar kendinden geçti tabii. Kıkırdamalar öbür pedicabe laf atmalar başladı. 8. caddeden yukarı çıkarken yanımıza zart diye başka bir pedicab daha geldi. Bunların tayfasından birileri daha pedicab almış, Hobaaa derkene birbirlerine patlamış mısır atmaya başladılar sokağın ortasında :D. Derken bir pedicab daha geldi ve ardından bir tane daha... Maşallah ne ekipmiş ya! dedik. Dayananamamış hepsi pedicab almış :D Her bir yenisini gördüğümüzde Hobaaa diye bağırıp onlara da mısır atıyorduk :)

Sonra artık otele yaklaşmışken nasıl olduysa iş gene yarışma olayına geldi. E o kadar pedicab olunca bu mevzu hep açılıyor zaten. Colombus Circle u dönerken benim bisikletteki ufaklıklardan küçüğü gülerek "Otele kim birinci giderse 100 doları alır!" diye bağırdı. Bende güldüm tabii. Kız gaza getirmeye çalışıyor bisikletleri daha da bassınlar diye. Takmadım kafaya arkalarda rahat rahat gidiyordum. Ama acayip eğleniyordu ekip. Birbirine laf atmalar, mısır atmalar kahkahalar diz boyu gidiyordu. En çok güldüğümüz olayı anlatayım size...

Colombus'u döndükten sonra bir anda karşımıza çıkan kırmızı ışıkta aniden durmak gerekti.E tabii yarış ayarında olduğundan millet, hızımız iyiydi. Yan yana gidiyorduk normal durduk. Durduğumuz an, yanımdaki pedicabdeki adam "Bizim diğerleri nerde? Geldiler mi?" diye sordu :D. O anda arkadan duramayan şapşalak pedicabci lannkkk diye yanımdaki pedicabe sağlam bir hızda geçirdi. Yanımdaki pedicabci : " Aha işte geldiler " dedi :D Gülmekten öldük orda :D. Ha aslında benim güldüğüm olay o çarpmanın etkisiyle arkadaki 9 yaşlarındaki erkek çocuğun koltuğundan uçup bisikletin yarı açık ön kapısına poster olması olmuştu ama neyse :D. O çocuğun uçuşunu gören tüm millet koptu zaten o an :D. Çocuk bozuntuya vermeden hemen yerine oturdu ama bu kahkahaları engelleyemedi tabii :D

Neyse o sırada bizim ufak kız yine teklifini gündeme getirdi. Otele kim birinci giderse 100 dolar alır dedi. O ışıktan sonra zaten otelin olduğu sokağa giriyorduk yani yalnızca 100 metre falan kalmıştı olsa olsa. 3 bisiklet yan yana bekliyorduk. O onu dememiş bile olsa içimdeki yarışcı ruhu gereği benim bisikletim hiçbir zaman ikinci gidemezdi zaten o otele. Işık yeşil olur olmaz iki bisiklet yüklendik pedallara, spd ayakkabılar sağolsun 100 metrede iyi bir sprint attım. 1 boy farkla otelin önüne ilk gelen oldum. Arkadakiler coştu zaten birinci gelince. Neyse keyifler yerinde herkes indirdi müşterilerini. How much soruları gene havada uçuştu tabii. Ne kadar desem derken arkadaki pedicabcinin 30 dediğini duydum ve benim adam birşey sormamış olmasına rağmen 30 dedim... Adam gülerek... "Al bu senin ödülün" dedi ve hiç acımadan çıkarttı 100 doları çaktı elime :) Ben şoklarda tabii gene.

Thank you mank you derken girdiler otelden içeriye...

Ne diyelim; Whoever goes first, takes hundered... :)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Amerika'da yarışmak...

Sevgili dostlarım, bu sıralarda içimdeki yarışma duyguları acayip şekilde kabarmış vaziyette. Özellikle internetten buradaki yarışların tarihlerini ve yerlerini öğrendikçe daha da yerimde durmaz oluyorum.

Elbette New York içinde dağ bisikleti yaygın olarak kullanılmıyor ve bu alanda çok fazla yarış yok ancak bol miktarda cyclocross ve yol bisikleti yarışı bulmak mümkün. Özellikle klüp olayı burda daha ön planda. Klüplere üye olmak kolay ve sürekli olarak antrenman gibi sürüşler organize ediliyor. Elbet katılmak istiyorum ama maalesef doğru düzgün bir bisikletim yok. Aslında bir cyclocross almayı istiyorum. Hem yol bisikleti olarak kullanılmasından hem fazla sayıda yarışı olmasından dolayı bunu ciddi bir tercih olarak görüyorum.

Diğer yandan arazi inişine olan tutkum ön plana çıkıyor bazen ve bir downhill iniş bisikleti almak, New Jersey'deki parka gitmek istiyorum. Ancak henüz ne oraya gidebileceğim bir arabam ne de bir bisikletim var...

İşte geldiğimden beri hayalini kurduğum bisiklet, Sabrina Jonnier in ellerinde şu anda ancak elbet bir gün benimde olacak :)



Şu sıralarda başka bir heyecanda sevgili dostum Muammer'in bana canavarımı yollayacak olması. Umarım kısa süre içerisinde canavar paketlenip sahibine iade edilecek :D. Bisikletim geldiğinde elbette mart ayı içerisinde bu siteden bol bol yarış haberleri alacaksınız :) Şimdiden düşnmesi bile heyecanlı bakalım performansımız ne hallerde ve Amerika daki sıralamamız nerelerde olacak.

Eee hayatımız bisiklet olmuş bizim. Lakin herkesin düşündüğünün aksine bisiklet benim hayatıma çok şey kattı. Bisiklet sayesinde hayatı öğrendim, harika bir çevre edindim, güzel dostluklar kazandım, harika anılar ve sağlık kazandım. Yeri geldi onun sayesinde otelde harçlığımı kazandım ve şimdi yeri geldi yine okul paramı onun sayesinde kazanıyorum, onun sayesinde okuyorum.

Eee ne dedik hobilerini yaşamını kazanmaya çevirenlerin mutlu olduğu bir dünya burası. Bir işi yapmayı çok seveceksin, üzerinde bir de para verecekler... İşin özü bu :)

Ha bu arada bu hafta perşembe ve cuma günü şükran günü olduğundan 3 günlük bir tatil var burada ve çok renkli günler geçecek. Bu hafta fotoğraf makinemi rafta tozlanmaktan kurtarıp sizlerinde gözünü gönlünü açmak istiyorum :) Bakalım neler olacak...

21 Kasım 2008 Cuma

Amerika'da 6 ay..

Bugün 21 Kasım Cuma. Cuma olmasının yanında başka bir anlamı daha var benim için çünkü bugün itibari ile New York'daki 6. ayım da tamamlanmış oluyor. Sanki 6 ay değil de 6 yıl burada gibi hissediyorum kendimi. Belki günleri çok uzun dolu dolu yaşadığımdan, az uyuduğumdan belki de geride bıraktıklarım bana çok uzak göründüğünden böyle hissediyorum. Ancak bir gerçek var ki 6 aydır burdayım :)

Şöyle bir dönüp baktığımda 6 aya sayısını hatırlayamayacağım kadar çok müşteri/insan, onlarca güzel anı, çekilmiş bir çok zorluk ve elimde kalan bir hiç i görüyorum.

Dün öylesine bir düşündüm acaba ne kadar kazandım, kazandığımı ne yaptım diye. Ortaya çıkan tablo enteresan oldu. Çünkü 6 aylık süre zarfında 15 bin küsür dolar para kazanmışım ancak şu an da cebimde sadece 150 dolar var. Nasıl olur diyeceksiniz? Oldu işte. Nasıl olmasın ki? 5000 dolar okula, 5500 dolar bisiklete, 850 dolar fotoğraf makinesi ve ıvır zıvırlarına, 3600 dolar kira,telefon,metro kart ve yemek davasına, 200 dolar yatak ve bir o kadar da üst baş a harcayınca aslında elde kalan 150 dolara pek şaşırmamak lazım. Ancak yine bir gerçek var ki cebimde 150 dolar var ve Ocak ayında 1800 dolar tekrardan okula verilmesi gerekiyor.

Ayrıca Ocak-şubat-mart da hiç iş olmayacağı için 1800 dolar yeme içme parası da biriktirmek gerekiyor. Kısacası görünen o ki zor günler bekliyor. Özellikle Nisan da. Çünkü Nisan da 1800 den sonra geri kalan 3200 ün de yatması gerekiyor ki ondan önceki 3 ay hiç iş olmayacağından bu parayı nasıl toplayacağım henüz bilmiyorum.

Sözün özü Ocak 6 ya kadar 3600 dolar para toplamam gerekiyor. Yani yaklaşık 1.5 ayda. Nasıl olacak bilmiyorum. Çok da kafamı takmıyorum. Çünkü biliyorum ki kafayı takarsam stress yapacağım, stress yaparsam biraz daha yaşlanacağım, kısmet olurda toplarsam o parayı yaşlandığımla kalacağım :). Şimilik tek yaptığım elimden gelenin en iyisini yapmak ve gerisini Allah'a bırakmak...

Umarım Christmas tahmin edilenden iyi geçer de bizlerin yüzü de fazlasıyla güler. Kısmet bakalım neler olacak.

Bu arada havalarda artık eksilerde gezmeye başladı. Şu an ki tek sıkıntı ayaklarda ve ellerde. Aldığım ayakkabı kılıfı bir yere kadar işe yarıyor ancak yine de ayak parmaklarımın üşümesine engel olmadı. Çift çorabı deneyecez... Ellerde de hala yazlık eldiven var. Ona da acil bir çözüm bulmam gerekiyor.

Kısacası Kıvırcık üşüyor :). Üşüsün bakalım. Biliyorum daha bu birşey değil. Hele bir kar yağsın da o zaman göreceğiz üşümeyi :)

17 Kasım 2008 Pazartesi

Okul ve ben

Dostlarım, geldik sonunda eksi derecelere... Yarın için hava gündüz için 6 gece için -2 gösteriyor. Ayrıca kar ihtimalini de söylemeden geçmeyelim. İşlerin azalmasının üzerine bir de şimdi soğukla mücadele başladı hadi hayırlısı bakalım.

Bende napayım evde pineklemeye alıştım galiba.Bir kere başladımı insan miskinliğe, hemen hayatını sarıp sarmalıyor bir şekilde. Ben de iyi alıştım perşembe-cuma-cumartesi işe gitmeye. Geri kalan zamanlarda genelde okul için ödev araştırması yapıyorum, yemek yapıyorum, bulaşık yıkıyorum, eğer haftanın başıysa ve hava güzelse dışarıda bir yeri gezmeye çıkıyorum. Üzerime gelen bu anlam veremediğim sıkıntıyı bir şekilde atmaya çalışıyorum.

Şu sıralar geleceğim üzerine kafa yorarken buluyorum kendimi hep. Acaba yaptıklarımın ve yapacaklarımın geleceğime ne kadar katkısı var, olmak istediğim yere, ulaşmak istediğim seviyeye ne ölçüde getirisi var, düşünüyorum. Bazen sırf bir diploma için 18 bin doları ve daha değerlisi 1.5 yılımı boş yere harcayacakmışım gibi geliyor. Bazen de o diploma olmadan iş bulmamın oldukça zor olacağını düşünüyorum. Diploma herşey mi, bilmiyorum.

Aslında her zaman diplomanın kağıt parçalarının hiç bir anlam ifade etmediğini savunurdum. İnsanın yapabildiklerini ispatlamanın, kendini göstermenin, seçilmenin, işe alınmanın daha farklı yolları olduğuna inanırdım. Şimdi ise söylediklerimi yutar gibiyim. Bilmiyorum belki de o 1.5 yılda cisco sertifika sınavlarını geçsem daha faydalı olacak ama belki de her ikiside olsa süper olacak :D. Bilmiyorum aklım karışık.

Bu arada okulda 3. sunumumu da yapmış buluyorum. Sınıfta daha slaytı nasıl ilerleteceğini bilmeyen, daha slaytta yazanı okuyamayan elemanların arasında biraz önde gibi görünsem de ingilizce de henüz onlar kadar akıcı ve detaycı olamadığımdan gerçek ben i ortaya koyamadım henüz. Dönem bitmek üzere 1 aydan az vakit kaldı dolayısıyla projeler de iyice kapıya dayandı. Dönem bitene kadar 5 proje daha bitirmem gerekiyor. Zor değil aslında hiç. Yalnızca biraz sıkıcı. Bu dönem hep yöneticilik ve proje dersleri olduğundan pek keyif alamadım. Bir sonraki dönem biraz daha bilgisayarın derinliklerine ineceğiz inşallah. Bakalım sonuçlar nasıl olacak...

13 Kasım 2008 Perşembe

Central Park

Bu salı adaşımla Central Park'ı gezelim dedik. Hava güzeldi ancak biraz soğuktu. Yinede fotoğraf çekme, gezme aşkı ağır basmıştı ve yollardaydık. Tabii ki sevgili yol bisikletlerimiz bu yolculukta bizi taşıma görevine nail olmuştu yine. Hedefimiz bu sefer Central Park'ın üst tarafını yani daha önce gitmediğimiz yerlerini gezmekti. Bunun için D treni ile 125. sokağa kadar çıktık ordan 110 a geri döndük. Tam ortasından bir giriş yaptık ve ilk gördüğümüz ara yola daldık. Ancak kocaman bir kaya karşımıza duvar gibi dikildi. Peki bu bize engel mi? Tabii ki hayır... :)



Derken yandan giden bu merdivenleri keşfettik :) Sonbaharın büyüsü artık iyiden iyiye New York'u kaplamaya başlamış hatta biz o güzelliğin en güzel anını fotoğraflamak için biraz da geç kalmışız. Ama olsun yine de bu haliyle de güzel...



İnsan iyiden iyiye derinliklerine indikçe parkın daha doğal güzelliklerle karşılaşıyor ve tüm bunların el yapımı olduğu aklına gelince içinde bulunduğu güzellik biraz değer yitiriyor. Ancak herşeye rağmen bu güzelliğin içinde oturmak, vakit geçirmek güzel...



Şırıl şırıl bir sesler duyunca takip etmeden yapamıyoruz. Karşımıza gizli saklı bir şelale çıkıyor. Bu manzarayı görünce Küçükkuyu'daki baş değirmen şelalesini ne kadar özlediğimi fark ediyorum. Onun içinde yüzdüğüm günler, altında durup suların beynime çekiç gibi indiği günler ve birden buz gibi suya atladığım günler aklıma geldi. Onların yerini tutmasada bu da güzel bir şelaleydi...





Enteresan oluşumlar her adımda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Şelaleyi 3-5 adım geçmemiştik ki otantik bir köprü gördük. Fotoğraflık değeri vardı doğrusu özellikle iç mekanın...





Aşağılardan birazda yukarılara doğru çıktığımızda göz ucuyla gördüğümüz harika bir kırmızıyı takip ediyoruz. Elbette pişman olmuyoruz. Bu müthiş kırmızının ortasına oturmuş bembeyaz bir bank bizi bekliyordu.





Bunlar son fotoğraflarımız oldu. Çünkü adaşımın garaja dönmesi gerekiyordu ve zaten artık havada yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Dolayısıyla parkın ufacık bir kısmını ancak gezebilmiş olarak geri dönmek durumunda kaldık. Olsun ama üzülmüyoruz nasıl olsa daha buralardayız değil mi :)

10 Kasım 2008 Pazartesi

Pedicabcinin bir günü...

Günaydın New York!

Günaydın sorunlar... :)

Uzak, soğuk bir yatakta açılır gözlerin; alışmaya çalıştığın enteresan perdelerin, soğuk duvarların arasında. Alelacele çıkarsın evden, genelde gözün yarı açık, nadiren keyifli bir kahvaltı sonrası...

İlk hedefin bellidir; Metro istasyonuna giden yolun nasıl biteceğini düşünürsün önce, sonrada metroya adım attıktan sonraki 1 saatin nasıl geçeceğini...

Çinlilerin donukluğunu, saflığını ve vurdum duymazlığını izlerken geçip gider zaman. Kimi zaman bir beşik gibi bir o yana bir bu yana savrulan vagona ayak uydurur, uyur geçer zaman...

Yerin altından ilk adımını attığında uyanırsın. Çünkü yer yüzüne adım atacağın sıralarda daracık çıkışta elbet birileri sana çarpacak en olmadı çıktığında şehrin soğukluğu sana bir tokat atacak.

Garajın yolunu tıngır mıngır tutarken şanslıysan, yani hala mp3 çalarının pili bitmemişse biraz keyiflenerek devam edersin yoluna. Klasik hareketlerdir paça bandını takıp, suyunu doldurduktan sonra kendini yollara atmak.

Artık ezberlediğin sokaklardasın yine. Bir sel gibi akan yeni yüzlere baş kaldırırcasına üstlerine doğru sürüyorsun ekmek teknesini. Başlıyorsun işine gününün nasıl geçeceğini bilmeden. İlk " bicycle taksi" sözlerini söylerken bom boş olan cüzdanın içinde kaç adet kağıt olacak hiç bir fikrin yok. Belki elin boş döneceksin bu sokaklardan, belki aldığın müşterilerin sayısını hatırlayamadan, cebinde bir tomar kağıtla gülerek gideceksin evine... Kim bilir...

İnsanları ikna edebilmek üzere kurulmuş işimiz. Neden binsinler ki bu 3 tekerlek ve bir kasadan oluşan bu garip alete? Çenen sağlam olacak bir kere. Bakışlarda vuracaksın önce. Vurulan avını sözlerinle uslandıracaksın. Sıcak bir gülüş ve ardından nazik bir buyur edeceksin. Ava av olduğunu hissetirmeyeceksin üstelik. Yaklaştığında ürkütmeyeceksin onu yüksek fiyatlarınla. Ustalıkla anlatacaksın sebebini. Nelerle karşılacağını, neler hissedeceğini. Elbette söylemeyeceksin adrenalini yükseldiğinde öleceğini, söyleyeceksin ona yükseldiğinde nasıl keyifli vakit geçireceğini.

Bir el uzatıp aldığında ekmek teknesine henüz hiçbirşeyden haberi olmadan rahat rahat koltuğa yerleşip böbürlenen tipleri, biliyorum içinden geçireceksin " siz görürsünüz şimdi..."

Hareket ettiği anda ekmek teknesi, gözlerinin biraz daha kocaman açıldığını fark etmek çok vakit almayacak arkadakilerin. Arabaların arasına tam gaz saldığında, duran bir arabaya yaklaşırken yavaşlamak yerine daha çok pedallayıp son anda direksiyonu boşluğa kırdığında, dönemeçlerde düz gider gibi yapıp bir anda sokağa kırdığında elbette tansiyon biraz daha yükselecek. O anda belki arkana bakmana gerek kalmayacak çünkü belki arkadakiler çoktan havaya girmiş " uuuu, wowww" diye bağırıyor olacaklar. Eğer ses gelmiyorsa arkana dönüp baktığında pedicab in iki yanındaki direklere sıkı sıkı sarılmış bir çift göreceksin muhtemelen. Yüzünü bir gülümseme alacak elbet o anda çünkü kendine güveni tam, yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının farkında olan bir sürücü olarak bir tek sen korkmayacaksın orada.

Gidilecek yer yaklaştıkça rahatlamalar başlayacak tabii ki. Hedef bina göründüğünde arka tarafta "oh be! sağ salim geldik" düşünceleri havada uçuşacak ama yere adım attıkları anda %99 u çok beğendiklerini, çok memnun kaldıklarını söyleyip ne fiyat biçtiysen fazlasını verecek ve uzaklaşacaklar. Tabii İtalyan, Fransız veya uzak doğulu değilse :)

Bu maraton bitmeyecek bütün gün. Her köşe başında sarı taksilere el kaldıranlara yanaşacaksın işportacı gibi. "Binmek ister misin?" diye soracaksın şansın yok. Belki şansın tutacak paraya kıyıp binecek, belki o anda arkasındaki seni enteresan bulup sırf merakından binecek...

Kimi zaman otel kapılarında güvenlik görevlileri ile paylaşacaksın kozunu. Onlarla tartışırken bile gözün bir yandan kapıdan çıkmakta olan müşterilerde olacak. Hani biri niyetlense görevli mecburen çenesini kapayacak ve sende işine bakacaksın. Umut işte naparsın. Umut kimi zamanda akşam şovlarında olacak. Şov kapılarında en az yarım saat bekleyeceksin şovun bitmesini. Geç gelme lüksün yok! Çünkü her an kapının önünde yer kalmayabilir ve yolun ortasında kalabilirsin. Hoş, şovdan alıp alamayacağın da mechuldür. 20 tane pedicab in içinden seni seçmeleri biraz hayaldir ancak hergün ısrarla deneceksindir şansını. İyi yerde bekleyip şansını arttırıp çaresiz bekleyişine başlayacaksındır...

Şanslıysan ve kaptıysan bol bol müşteri bugün günün son saatlerinde, Times da son turlarını atarken içinden şarkılar söylersin. Diğer pedicabcilerin yüzüne gülümseyerek bakarsın iyi para yapmış olmanın verdiği rahatlıkla. Hatta bazen el kaldırmış bir müşteriye atlamazsın yeteri kadar yaptığını düşünürsen. Paylaşırsın nasibini başkalarıyla...

Garajın yolu yokuş aşağıdır bu sefer. Dönüş keyifli ise yoldaki çukurlarla oyun oynarsın. Hatta bazen kimisine zevk olsun diye bilerek girersin. Başka pedicab ci varsa onunla yarışmaya kalkarsın :). Ancak günün bittiği yer hep aynıdır. Hep aynı kapıda son bulur. Ekmek tekneni bırakıp yine en büyük nimetin ayaklarına bırakırsın işini ve yürürsün canın çıkmış halde metroya.

Çile bitmez tabii. Çekilecek çile çok. Sağolsun MTA'in ( metroyu işleten şirket) çalışmaları hiç bitmez 100 yıllık bu metroda. 1-2 haftada bir rezil eder bizi istasyonlarda...metrolarda... Şanslıysan gelmişsindir sabaha karşı 1 de , değilsen gelmişsindir 3 de 4 de. Duş alırken uyumak istersin bazen. Ağır gelir bedenin o an ancak çaresi soğuk sudur o an.

Emekleyerek gittiğin yatağından kalkışında aynı şekilde olur genelde. Kimimiz bir hava yumağı ile boğuşarak kalkarız, kimimiz yataktan zorla çekilerek. Bazılarımızın sabah gitmesi gereken okulları vardır, bazılarımızın cevap bekleyen kızları.

Hepimizin derdi hayatla olmalı...

3 Kasım 2008 Pazartesi

Uhh...

Uhh... İnanılmaz bir üç gün oldu... Hani dedik ya yan gelip yatıyoruz diye inadına acısı çıktı bu üç günde. Aslında iyi ki dinlenmişim diyorum şu anda yoksa belki bu üç günü sağ salim çıkartamaya bilirdim...

Buraların kültüründen bir haber hayatımıza devam ederken cuma günün Halloween, yani cadılar bayramı olduğunu öğrendik. Hoş benim içimden bu gün pek birşey olmaz diye geçiyordu. Saat 2 de işe başladım genelde olduğu gibi. Güzel, güneşli, hafif sıcak bir gündü. Gün içerisinde Empire States de takılarak, Times'a çıkarak günü kurtarmaya çalıştım. Allah'a şkür bir kaç tur aldım moralim yerine geldi. Saatler ilerledikçe kıyafetli insan sayısında da artış oluyordu tabii. Ancak Times ve etrafının giderek boşaldığı bariz bir şekilde belli oluyordu. Empire States cıvarına gittiğimde kıyafeti olan tek tük bir kaç gencin aşağı doğru yürüdüğünü görüyordum. Bugün sakin geçecek gibi görünüyordu. Arkadaşlar downtown da yürüyüş yapılacağını söylüyorlardı ama ben pek kulak asmıyordum.



Keza günüme normal bir şekilde devam ettim. Oteller bölgesine indim akşam vaktine doğru. Baya uğraşmama rağmen müşteri alamadım. Bir yemek molası verdik Ömer'le hızlıca sonra elbette aynen devam...

Tekrar işe döndüğümde sokakların iyice boşaldığını gördüm. Broadway şovlarnın dağılmasına az bir vakit kala ünlü mağzaların dekorasyonunu yapan bir adamı aldım pedicabime. Sohbet muhabbet gezdirdim onu. Yıllardır burada yaşıyor olmasına rağmen hiç binmemiş ve bugün bu deneyimi yaşamak istemiş.

Görevimizi başarıyla yerine getirdikten sonra tekrar dolanmaya başladım. Ortada ne doğru düzgün pedicab vardı ne bir taksi ne de doğru dürüst insan...

Şovlara gittik Ömer'le. Yerim iyi olmamasına rağmen akıllı davranarak bir müşteri aldım, oteline bıraktım. O zamandan sonra başladı maraton. Geri Times'a dönerken birini daha aldım Central Park'ın oraya çıktım ve dönüşte bir tane daha...

Ortada doğru dürüst taksi olmadığından herhalde pedicab e kaydılar diye düşündüm. Düşünürken ortalık bir anda karıştı. Polis arabaları 8. cadde de dört dönmeye başladı. Sirenler, koşan polisler ve ters yönden tam gaz gelmekte olan arabaları ortalığı gene lunaparka çevirdi. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Yol araç trafiğine kapanmıştı haliyle yoksa nasıl gelsin karşıdan polis.

Her neyse, derken bir polis pedicabime eliyle vuraraktan çabuk çık git burdan dedi. Bende kırmızı ışık olmasına rağmen bastım gittim. Vay be! dedim "Filmlerde gördüğümüz koşuşturmanın tam ortasında canlı şahit oldum sonunda" dedim :). Anlaşılan birileri cadılar bayramını bahane edip kostüm giymenin avantajıyla bir haltlar yedi.

Neyse bizi ilgilendirmez dedim yürüdüm. Derken ileride bir kız beni durdurdu ve downtowna gitmek istediğini ve ne kadarsa ücreti ödeyeceğini söyledi. İyi dedim gel. Başladım aşağı inmeye 20. sokağa kadar gelmiştim ki kız gitmekten vazgeçti. Başka bir yere gideceğini söyledi indi. O vakit yolda yürüyen birkaç kıyafetli eleman gördüm ineyim bakalım biraz daha ne var burda dedim. Daha 2 sokak gitmemiştim ki 3 kişi beni durdurdu ve 8. sokak 3. caddeye gitmek istediğini söyledi. Eyvallah dedim buyrun...



Güzelcene saşağı salaraktan ilerliyorum...14. sokak...insanlar beliriyor 10.. sokak... kalabalık artıyor... 8. sokak trafik kitleniyor...3. caddeye girdiğimde ise adeta bir insan seli beni karşılıyor. Her adım başında elini kaldırmış taksi arayan bir insan bekliyor. Şaşkın şaşkın arabaların arasından ilerliyorum. Adeta izdiham yaşanıyor. Millet bir yandan eğleniyor, eğlenmeyi tamamlayanlarda bir an önce ordan çıkmaya çalışıyor, tamamen tıkanmış trafiğin içinde taksi arıyor...

Bir telaş bıraktım bizimkileri 8. sokağa. Hemen döndüm o sokağa geri. Müşteri bulmakta hiç zorlanmadım :) Uzak yakın neresi olursa alıyor güzel güzel şarj ediyordum :). Pedicabciler adeta bir kurt gibi sokağa saldırmış, bir tazı gibi aldıkları müşterileri bir an önce götürüp tekrar geri gelmeye çalışıyordu. Tıkanan trafiğin içinde kimi zaman kaldırımlara çıkıyor, kimi zaman da ters yollara giriyorduk. O vakitlerde kural,nizam diye birşey kalmamıştı artık. Polisler bile her yaptığımızı görmezden geliyor trafiğin açılmasını istiyorlardı. Bizler deli gibi pedallayıp kaynağa geri dönmeye çalışırken daha dönemeden bir başkasını, götürdüğümüz noktadan da daha bir başkasını alıyorduk...



Ben adanın en ucundaki en baba,en pahalı Empire suites'e almıştım yolcumu. Lakin bir türlü geri dönemiyordum. Oraya giderken kullandığım bisklet yolundan bir türlü çıkmak nasip olmadı. Çünkü dönüş yolu üzerinde yarım saat- kırt dakikadır yürümekte olan bir çift tarafından durduruluyor ve tekrar geri dönmek zorunda kalıyordum. Sanırım 4-5 defa bisiklet yolunu boyluca teptim. Bisiklet yolunda ışık olmaması ve genelde düz olması işime geliyordu...

O gece sabah 4 e kadar çılgınlar gibi çalıştık. Kaç müşteri aldım, nerelere gittim hatırlamıyorum bile. Tek bildiğim garaja döndüğümde cebimde 500 dolar cıvarında bir para vardı. İnanılmaz bir geceydi. Öğlen 2 den sabah 4 e kadar 14 saat aralıksız ( yemek hariç) pedallayıp, müthiş bir efor sarf ettiğim bir gün oldu. Saat sabah 6.5cıvarı yatağımla buluşabildim ancak. Elbette recovery tozumuzu yudumladıktan sonra :)...

Recovery yaradı mı ne öğlen 12 de uyandım. Ömer kalk gidip çalışalım dedi. Eyvallah dedim. Broadway şovuydu,konserdi şuydu buydu derken Cumartesi günü de gece yarısına kadar çalıştık. Ancak benim pazar günü erkenden dersim vardı ve yatmam gerekiyordu. Gece yine 2 yi bulmuştu uyuduğumda 4-5 saat uyku ile dersin yolunu tuttum sonra.

Bu seferde öğrendim ki Pazar günü New York'da 40 bin kişinin koştuğu 1 milyon kişinin seyirci olarak geldiği Long Island'dan başlayıp Central Park'ta biten bir maraton varmış. Haydaa gene başladık çalışmaya...



Topu topu 5 saat uyku...

14 saat pedallamış bir ayak...

Maraton bitti. Ancak o zaman bizim ki başladı. Halloween akşamı yaşanan izdiham Central Park'a taşındı. Koşuyu bitiren yere yığılıyor, bir an önce oteline dönmek için can atıyor, ancak ne bir taksi ne bir araç bulabiliyor... ne yapacak? Tabii ki pedicab e binecek :D

Aman Allah'ım Central Park West den aşağı pedicab yağıyor. Ben böyle bir şeyi ilk defa gördüm. Her ışık yandığında en az 8-10 pedicabci müşteri almış tam gaz aşağı yardırıyor. Bir o kadarı da o yokuşu bir tarafından soluyaraktan çıkıp müşteri almaya çalışıyor.

78. sokak cıvarından çıkan yarışmacılar bir yumak haline dönmüş taksi diye feryat ediyor. İmdatlarına yetişiyoruz battaniyelerimizde ve pedicablerimizle :). Ancak bu bizim için o kadar zor ki. Her binen en az 40 blok gitmeye çalışıyor ve inanılmaz bir trafik var. İnmek bir dert olduğu gibi çıkmak bambaşka bir dert oluyor. Spd min ve yarışcı olmamın avantajıyla hayvan gibi yüklensem de trafik bir türlü yol almaya müsade etmiyor...



Bu yüzden bu günün verimi oldukça düşük oldu. Ben 4 defa 44. sokaktan 80. sokağa çıkıp inebildim. E tabii ki anam ağladı birazcık :D. Artık son müşteriyi aldığımda uykusuzluktan dikkat dağımasıda başlamıştı. Uzun süren bir kırmızı ışıkta gözlerim kapanıyordu nerdeyse. O müşteriden sonra geri dönmek istemedim artık... Vucudumuzunda bir sınırı var...

Antrenman günlerimde bile belki bu kadar ayaklarım sızlamamıştır. Şu anda hepsi son derece kasılmış ve yorgun durumdalar :). Olsun ama değdi 3 günde pedicabciler çok iyi para kaldırdı. Pazarlıklarda 90-100 dolarlar havada uçuştu. İnanılmazdı...

30 Ekim 2008 Perşembe

Biraz tatil...

Pazar gününden beri çalışmıyorum. Bu işin en güzel yanı bu olsa gerek... İstediğin zaman çalış, istediğin zaman bırak. Bu 5 günlük ara iyi geldi aslında. Çok yoğun çalışmaya, hayatın zorluklarıyla mücadele etmeye çalışan insanlar her ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar yine de bir soluk almaya ihtiyaç duyuyorlar.

Bende okula gitmek dışında birşey yapmadım bu günlerde. Yaprak dökümünün yeni bölümleri başlamış,nasıl olduda kaçırdım diyerekten onları indirdim bir hışımla ve izlemeye başladım. Elbette yalnızca o değil Heroes'a da yetiştim sonunda :D. Bu iki diziden vazgeçemiyorum.

Her neyse, dostlarım New York'da günler oldukça soğuk geçmeye başladı. Dolayısıyla kış alışverişi de geldi çattı. Ayaktan başlayalım dedim. Bisiklet ayakkabım için iş üzerinde yağmurda ıslanmasın diye ayakkabı kılıfı sparişi verdim. Sırada bir kaban ve çok sağlam bir yağmurluk almak var. Kaptandaki o scott yağmurluğu almadığıma bin pişmanım şu anda ve bulamıyorum burada :( Artık başka ürünlerle idare edeceğiz...

Geçen gün, hayal meyal uyandım uykumdan şöyle bir konuşma duydum:

- Sence bu işe yarar mı?
- Deneyelim görelim...

Sonra uykuya daldım yeniden.Kalkınca öğrendim ki sabah evden okula gitmek üzere çıkan ev arkadaşlarım kapıyı açtıklarında çöp bidonlarının sokakta o yandan o yana savrulduğunu görmüş :D. Daha sonra ellerine şemsiye alıp dışarı çıkmışlar. Daha metroya varamadan sırıl sıklam olup köşe başından geri dönmüşler :D

Burada şartlar gittikçe çetinleşmeye başladı.

Allah sonumuzu hayır eyleye :)

28 Ekim 2008 Salı

Yine bir Pazartesi... Prospect Park

Gezmeye devam. Metroda gidip gelirken haritada sürekli olarak gördüğümüz Brooklyn'i Manhattan'a bağlayan yerdeki yeşil bölgeyi dün ziyaret etme şerefine nail oldum :).

Bu arada Pazar gününden beri benim dede ile baya yol katettim. Herhalde hiç yapmadığı kadar yol yaptı :D. İlk etapta Pazar günü garajdan eve bisikletle gittim :) O gün fotoğraf makinesi için 2 saat bekledik. Yanıma almamıştım evden gelen bir arkadaştan istemiştim. Ancak yola çıkıp ilk kareyi çekecekken pilinin bittiğini görünce bayağı bir hayal kırıklığına uğramıştık :D. O bakımdan o güne ait bir fotoğraf yok. Ancak dün yaptığım geziden bir kaç fotoğraf paylaşmak istedim sizinle.

İşte parka giriyoruz...



Prospect Park'ın Central Park'ın ufağı gibi birşey olduğu hemen anlaşılıyor zaten. Standart bir bisiklet/araba yolu, kaymak gibi bir asfalt, yan gel yat alanları ve oyun parkları...



Bir müddet bisiklet younda seyrettikten sonra biraz daha aralara girmeye başlıyorum. Güzel bir futbol sahası çıkıyor oraya. veletler toplanmış maç yapacaklar. Ohh ne güzel..



Son baharın renkleri iyice yerleşmeye başladı bu ülkeye. Sarı, kahve rengi ve tonlarının binbir çeşidini görmeye başladık yavaş yavaş...



Ve bir minik... Geleceğin bilgesi olsa gerek. Şimdiden başlamış bilgeliğine giden yola :)




Güzel bir gündü... Pek fazla vakit geçiremedim aslında, fotoğraf çekip çıktım. Ama ayağımız alışır artık buraya. Piknik yapmak, çimlerin üzerine uzanmak, kafa dinlemek için gelmeyi planıyorum tekrar.

Yeni yerlerle yeniden görüşmek dileğiyle ;)
Hoşcakalın.

27 Ekim 2008 Pazartesi

Hayat devam ediyor...

Şu günlerde biraz bloga konan engel, birazda can sıkıntısı nedeniyle yazmadım pek. Olan bitenden biraz bahsedelim bakalım :)

Görüşmeyeli okuldaki ilk sunumumu yapmış bulunuyorum :D. Biraz heyecan, biraz sıkıntı oldu tabii ki. Sunum yapıyor olmanın avantajıyla (yani takıldığımda ekrandan bakıp okumanın verdiği rahatlık ile :D) ilk sunumumu başarıyla atlattım gibi görünüyor.

Kelimeler zar zor aklıma geldi ancak, takılmadan, zorlandığım noktalarda biraz yavaş konuşarak olayı atlattım :D. Yazılı testten sonra sözlü olan kısmıda atlattım, bakalım sonuçlar nasıl gelecek...

Şu günlerde monoton bir hayat yaşamanın sıkıntısını yaşıyorum. Her gün aynı şeyleri yapmaktan, her gün çalışmaktan, bir de işlerin yavaş gidiyor olmasından mütevellit =) canım iyice sıkıldı. Üstüne bir de ödevler eklendi şimdi. Perşembe günü Data Communications dersinde Frame-relay konusunu anlatmam gerekiyor. Pazar gününe yine yazılı bir ödev var ve haftaya çarşamba project management dersinden ara sınav var. Şu business dersleri acaip sıkıntı veriyor şu anda. Bir dahaki dönem biraz daha network işlerine girdiğimizde daha zevkli olacak umarım.

Bu arada vize işlemleri hala beklemede. Şu anda ocak 2008 de başvuranların başvuruları işleme alınıyormuş! Artık bizimki ne zaman işleme alınır Allah bilir.

Ayrıca geçen hafta 21 ekim itibariyle buradaki 4. ayımı tamamlamış bulunuyorum. 4 ay sanki bana 4 yıl gibi geliyor şu anda. Sanki yıllardır ailemden, ülkemden, arkadaşlarımdan uzak kalmış gibi hissediyorum. Ancak gün gelecek yine birlikte olacağız biliyorum. Şu master biter bitmez rotayı çevireceğim ülkeme. Umarım gelecek yaz oralarda olurum. Kısmet bakalım. Vize çıkana kadar ben geri gelecem herhalde :D

Bu arada işler çok iyi gitmiyor. Şu andaki hedefim Aralık 15 e kadar 1300$ kenara koyabilmek. Çünkü Aralık 15 e kadar okul taksidinin geri kalan 3200 dolarlık kısmını yatırmam gerekiyor. Aralık 15 e kadar bu parayı tamamlarsam Christmas da yaptıklarımla Ocak Şubat ayını geçirmeyi planlıyorum. Kısmet bakalım ne olacak.

26 Ekim 2008 Pazar

Heh! bir bu eksikti.

Sevgili dostlar,

Ogrendim ki bizim mahkemeler gene yapacagini yapmis blooger.com u yasaklamis. Dolayisiyla bizim gunlukte gumburtuye gitmis oldu. Biliyorum su anda Turkiye'den kimse bu yaziyi okuyamiyor, aslinda belkide isi bilenler ktunnel ile bu siteye erismiste olabilir :) bilmiyorum ancak en kisa surede bu ise bir care bulacagim ama siteyi baska bir blog sitesine tasiyarak ama bu siteye erismenin bir yolunu bularak.

Eger guzel bir blog sitesi varsa bildiginiz onerin bakalim, degerlendirelim :)

23 Ekim 2008 Perşembe

At kaçtı :)

Evett. Dün At için önemli bir gündü. İlk adım olan yazılı sınav kısmından çaktık :D. 100 soruluk testten 75 yapmak gerekiyordu.35 kişiden 10 kişi geçebildi...

At kaçtı yani anlayacağınız :D. Zaten atlarla aram pek iyi değildi ve bu konuda pek istekli de değildim. Bisiklet sürmek benim en büyük zevkim. Hiç değilse spor yapıyor, antrenman yapmış gibi oluyor terleyerek para kazanıyorum.

Napalım... Çevirmyeye devam... :)

20 Ekim 2008 Pazartesi

Yine bir Pazartesi... Brighton Beach...

Pazartesileri keyfimizce katılıyoruz. Üzerimize yüklendiğimiz stressi atmamız gerekiyor. Özellikle son günlerde biraz fazla stressliyim. Aklıma takılan bazı şeyler var. Birazcık olsun rahatlayabilmek için pazartesileri ilaç gibi geliyor.

Aldım fotoğraf makinemi çıktım Emin ile yola...


Brooklyn'in yolları gayet güzel ve geniş. İnsanlar rahat rahat yürüyüp,araba kullanabiliyor. Bir de her sokağın başında ışık olmasa...



Geldik köşe başına bizim Türk restoranına :). Türk'ün olmadığı yer yok... Elbette biz nereye kültürümüz oraya...



Kısa bir yolculuktan sonra Brighton Beach'e gelmiş bulunuyoruz. Güneş henüz tepede, öğlen saatleri. Tıpkı Coney Island gibi geniş ve uzun bir sahil karşılıyor bizi. Bir süre sahilde yürüyoruz. Elbette fotoğrafa devam...



Emin'e bir poz ver bakalım diyorum böyle saçma sapan bir fotoğraf ortaya çıkıyor :D. Bizim Emin biraz çatlak napalım :)



O çatlakta sanki ben çok mu farklıyım? Yükseklik sevdamı bilenler bilirler. Yüksekler insanı özgürleştirir. Böbürlendirir, insanın kendine güvenini yeniler, heyecanlandırır...

Hoş bu karede yalnızca ufak bir kayanın üzerindeyim ama olsun :)



Saatler ilerliyor, güneşimiz biraz daha bizden uzaklaşıyor. Gidişini izlerken dalıyoruz biraz düşüncelere, biraz kulak kesiliyoruz rüzgarın kelimelerine..



Günün en güzel saatleri bunlar. Bana huzur veren, kendimi yenilememi sağlayan, her anında doğaya biraz daha hayran olduğum anlar...





Bu kadar güzel bir güne, bu kadar güzel bir sahile ancak bu sözler yakışırdı...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Şapur şupur ya rabbi şükür :)

6. cadde bir takım yol çalışmaları dolayısıyla tıkanmış kalmış. Kendimi zar zor 7. caddeye atıp Times a giriyorum. Yol bom boş doğal olarak çünkü 6. caddeden arabalar 7 ye zorla geçebiliyor.

Times'ın ortasına geldiğimde 28 yaşlarında güzel bir kadın yolun ortasına doğru çıkıyor. İşaret parmağını yavaşca hareket ettirerek beni çağırıyor. Gülümsüyorum ve yaklaşıyorum. Araya birileri girer gibi sanki bana bineceklermiş gibi oluyor. Eliyle, kaşlarıyla "Hayır,hayır onlar değil ben" diyor. İyice yaklaştığımda arkadaşlarıyla vedalaşıyor ve bisikletime atlıyor.

Hava soğuk, üstüne hiçbirşey almadan dışarı çıkmış akıllı kızımız.Yolda giderken sürekli "fena halde donuyorum!" diyor ( Aslında daha küfürlü başka bir yolla söylüyorda siz böyle sanın :D) Baktım bir kaç kere tekrarlıyor 5. caddeye geldiğimizde "Bir teklifim var! Bu soğukta biraz olsun sana iyi gelebilecek bir öneri, kabul eder misin bilmiyorum..." ," Kabul!" diyor. Üstümdeki siyah polar ceketi yavaşca çıkarıp ona veriyorum. Giyiyor. "Ben nasıl olsa pedalladığım için sıcak basıyor, sen giy bari ". "Ooo, çok teşekkür ederim..."

Yol boyunca telefonda sevgilisiyle konuşuyor. Aslında benim görevim de onu sevgilisine kavuşturmak. 3. caddede bir yerlerde buluyoruz onu. "Bu kadın tam bir baş belası,nasıl dayandın ona" diyor." Valla bilmem gayet iyi birine benziyor" diyorum. Yine " Ooo, çok sağol, yaşa sen!" derken sarılıp öpüyor yanaklarımdan. Töbe yarabii diyip ayrılıyorum... :)

****************************************************************************

Öğlen şovları dağılmış tırım tırım müşteri arıyorum. 2 yaşlı kadın köşe başında beni çeviriyor. Pensilvania station a gideceğiz diyorlar. Eyvallah diyorum. Kadınlar o kadar çatlak ve matrak ki, daha biner binmez kahkahalar New York sokaklarını inletmeye başlıyor. Biner binmez, "Biz fotoğraf çektirmek istiyoruz, makinemiz yok!" diyip kaldırımdan geçen insanlara " Biri bizim fotoğrafımızı çeksin!" diye bağırmaya başlıyorlar :D.

Sohbet muhabbet kahkaha gırla gidiyor yolda. Artık yaklaşmışken buz gibi soğuk havada pedallamanın etkisiyle terlediğimi ima ederek " Hava ne kadar sıcak öyle değil mi?" diyorum. Gülerek şu cevabı veriyor." 2 tane çıtır, güzel mi güzel bayan aldın ondandır o" diyor ve kahkahalara devam ediyorlar :).

Neyse sağ salim bunları istasyona getirdiğimde parayı uzatıyor. Ancak kadın çatlak. "Thank youu so muchh" derken elini enseme atıyor ve başlıyor gene yanaklardan öpmeye. Ben gene şaşkın şaşkın sırıtarak "You're welcome" diyip öylece kalıyorum :D. New York'da bol şanslar diyip uzaklaşıyorlar...

16 Ekim 2008 Perşembe

Yeni heyecanlar :)

Bu sıralar herşeye başvurma çılgınlığı yaşıyoruz evde. İyice coştuk. Ben, Ömer ve Faruk at lisansına başvurduk. Enes ve Musti ise yiyecek içecek lisansına başvurdu.



Ayrıca ehliyetlerdeki son durumumuz ise sonunda sınavı geçtik ve Learner Permit ( öğrenme izni) i aldık. Burada ehliyet alırken ilk geçtiğniz sınavdan sonra öğrenmeniz amacıyla bu belge sayesinde yerel bölgelerde araba kullanmaya, öğrenmeye başlayabiliyorsunuz. Ancak otoyola çıkmak yasak...

Eğer şu lisansları alabilirsek belki bisiklet işini bırakıp daha karlı olan at sürücülüğü veya yemek işine girebiliriz.

13 Ekim 2008 Pazartesi

İlk sınav...

Ve ara sınav günü gelip çattı. Hep diyrdum ya acaba yazıda nasıl olacağım? Sınavlarda ne halt yiyeceğim? İşte gördük.

Principals of business dersinden ara sınav olduk dün. Pazar günleri olan bu dersten saatinden ve gününden dolayı nefret etmeye başladım. Cumartesi geç saatlere kadar çalıştıktan sonra 3-4 saat uyuyup pazar sabahın 7 sinde kalkıp 9 daki derse gitmek resmen işkence. Derste göz kapaklarımı açık tutmak için yoğun çaba sarfediyorum ama nafile :)

Bu seferde aynı tarife oldu. Zar zor uyumamaya çalışırken önce bir güzel ders yaptık ve dersin ardından da ara sınav olduk. Aslında beklediğimden kolay oldu. 22 sorunun 14 tanesi çoktan seçmeli olarak geldi. Geri kalanı boşluk doldurma ve klasikti. Asıl beni dumur eden şu cümle ile başlayan sorulardı...

"Bugünkü dersimizde gördüğümüz..."

İyide anacım ben o sıralarda hayal alemindeydim sen ne anlattın ki? :D

Anlayacağınız 3 soru sınavdan önceki işlediğimiz konudan geldi ve ben o sıra ayakta uyuyordum :D Sallama falan filan yaptık gene birşeyler elbette ama bilmiyorum bakalım ne olacak :D

Napayım yani madonna nın son performansı da kaçmazdı yani. Madonna'yı öyle yakından göremedim belki ama gelişi bile yetti bana :) Madonna'nın gelişi banada yaklaşık 350$ kazandırdı sağolsun.

Sen hep gel Madonna ! Görmesekte, duymasakta, tanışmasakta sen bizim Madonna'mızsın :)

12 Ekim 2008 Pazar

Internetsizlik...

Merhaba dostlar;

Blog'a kisa bir ara vermek zorunda kaldim cunku evimizdeki internet isim degisikligi yuzunden kesildi :( (ve hala yok). Pazartesi gunu acilmasini umut ediyoruz. Tabii bu sure icinde sizlere yazamamis oldum...

Aslinda biliyorsunuz en zor gunlerim cuma-cumartesi-pazar. Genelde cumartesiyi pazara baglayacan gece 4 saat uyuyorum. Cuma- cumartesi arasi ise 6-7 uyuyabiliyorum. Dolayisiyla bilgisayara bakmaya pek hevesli olmuyorum veya yazacak halim olmuyor :)

Bu hafta yine Turk seferlerine devam ettim. Times"in kenarinda kotu gecmis bir gunun bitmesini umutsuzca beklerken bir cift yaklasti ve ingilizce ne kadar diye sordu. Elbette ben saf anlamadim gene bunlarin turk oldugunu :D. Sohbet bir sure gittikten sonra bizde Turk'uz oglum dedi :). Keyifli bir Times turu oldu. Bol sohbet ve eglence vardi. Sohbet sirasinda ogrendim ki Jolly Tour fahri baskanini tasiyormusum pedicabimde. Isleri ogullarina devretmis kendi de esi ile birlikte yillarin yorgunlugunu uzerinden atmaya calisiyor besbelli.

Israrla benden mezun oldugumda onu aramami istedi. Bana her turlu konuda yardimci olacagini, bilgisayar uzerine insan ihtiyaci oldugunu soyledi. Bende cok tesekkur ettim tabii ki. Aklimda olacaklarini, Turkiye'ye donunce arayacagimi soyledim. 30$ lik tura 50$ verdiler sagolsunlar. Ulkemi ve insanimi bu yuzden seviyorum. Biz tum milletlerden daha yardim sever, daha anlayisli ve daha zengin gonulluyuz. Birlik beraberligimizi o an tanissak bile gosteriyoruz. Bence her Turk, Turk oldugu icin gurur duymali Allah'a sukretmeli...

8 Ekim 2008 Çarşamba

İlklere devam...

Tarih yazmaya devam...

Hani zırt pırt diyordum ya, yine polis muhabbeti, yine ticket... Sonunda cezaların günü geldi çattı.

Dün hayatımda ilk kez bir mahkemeye girdim. Girdim ve üstelik sanık olarak. Hayatımda ilk kez yargılandım. Hoş ağzımı bile açmadım, herşey avukat halletti ama yine de sanıktık işte orda. Hiç sebepsiz, yersiz, yaşadık işte o duyguları. Hırsızlar ile , saldırganlar ile , kapkaçcılar ile aynı ortamı paylaştık maalesef.

Burada her türlü ceza olayını yerel mahkemelere gönderiyorlar. Onlar duruma bakıp cezayı onaylıyor veya kaldırıyor. Bende çıktım hakimin karşısına. Karşımda hakim, onun önünde 3 numara göbekli, kolları yana açık, pos bıyıklı, artist mi artist bir polis, yanımda avukat...

Avukat, "Bu pedicab sürücüsü work and travel ile geldi" falan filan dedi. Hakim de "Haa öyle mi, tamam" dedi. Bir baktım 30 saniye sonra geri inmişim."Dismissed" dedi. Yani iptal oldu bizim ceza anlayacağız. Bir yarım saat kadar oturttular orda beni. Sonra saldılar...

********************************************************************

Bir diğer ilk de iş başında yaşandı. Her akşam olduğu gibi Broadway şovlarının önüne pustuk. Mama mia dan müşteri almayı beklerken Jersey Boys'dan double çıktı. İki tane çatlak çift atladı gidiyoruz. İstkamet Rockefeller Center. Ekip çatlak oluna eğlence de gırla oluyor tabii ki. Bizde havaya giriyoruz, hareketler falan yapıyoruz bunları brz bağırtıyoruz. Ancak ne kadar dikkatli olursanız olun, eğer yorgun ve uykusuz iseniz kaza sizi elbet buluyor.

Kırmızı ışıkta durmuş yeşilin yanmasını bekliyor bir yandan da gülüşüyorduk. Neyse ışık yeşil oldu aralardan ilerlemeye başladık. Önümdeki limuzin ana caddeye çıkmak için sağa kırdı ancak pat diye duruverdi çünkü yayalar bir anda karşıdan karşıya geçmeye başladı ve onlara yol vermek zorunda kaldı. O anda bende direksiyonu kırmama rağmen durumu kurtaramadım ve sağ lastik tarafından limuzinin arkaya bir güzel gömdüm :D. Bir çatırtı gürültü koptu. Herkes bize bakıyor tabii. Dedim çamurluğu falan bıraktık herhalde :D. Kısa süreli bir şok anı oldu. Müşteriler korkmak yerine işi gırgıra sardı. Benimle, limuzinle, kendileriyle yol boyunca dalga geçtiler :).

Onları bıraktıktan sonra içimden keşke almasaydım da bu olay da olmasaydı dedim. Kenarda bir yere çektim ve hasar durumuna bir baktım. Çamurluk iki yerden kırılmış ancak öyle göze çarpan büyük bir hasar yok. Neyse, olacağı varmış oldu...

*******************************************************************

Son bir kaç gündür blog ile ilgilenemediğim için kusura bakmayın. Hafta sonları benim en zorlu günlerim. Cumartesi tam gün çalıştıktan sonra geç saatlerde yatıp pazar sabahı derse, sonra da yeniden işe çıkıyorum. Normalde pazartesi günleri çalışmazdım ama bu pazartesi ve salı Madonna'nın konseri vardı.

Pazartesi akşamı işler iyiydi. Bir konserden kaliteli müşteri çıkıyorsa eğer 3 ride alabiliyorum, inanılmaz bir performans sergileyerek. İlk müşterimi W hotel e götürdüm. Çok şık iki kadındı. Sırf eğlencesine bindiler. Yolda biraz salladım biraz muhabbet ettik.Zaman o kadar kıymetli ki otelin sokağına tersten girdim.25$ a anlaşmıştık 50$ alıp devam ettik.

Hemen konser alanına geri döndüm elbette. Bir baktım tüm pedicabler temizlenmiş herkes almış. Biraz yanaştım hop iki kadın daha durdurdu. Topuklu ayakkabılardan olsa gerek 2 blok için 20$ vermek durumunda kaldılar bana :D. Hoop bir daha konser alanına döndüm. Ancak artık kalabalık iyice dağılmıştı. 3. ride ı alamayacağım galiba derken arka tarafta iki tane İtalyan uzun süren pazarlıklardan sonra 15$ a binmeye razı oldu. Hadi dedim son ride da böyle olsun. Bu daha bir keyif sürüşü oldu. Ne de olsa sondu. O kadar çok eğlendik ki anlatmaya kelimeler yetmez. İlk bindiklerinde üst tenteyi kapatabilir misin dedi. Arka tarafa geçtim kapatırken bir baktım bisiklet gidiyor. Adam atlamış seleye pedallamaya başladı gidiyor :D. Arkadan zor tuttum adamı :D. Çocuk meğer Londra da kullanmış bunlrdan daha önce. Geç dedi arkaya :D. Oturdum valla bende :D Sokağın sonuna kadar bağıra çağıra yol aldık. Sonra ben devraldım tabii. Başladık arabalar içinden slalomlara, çığlıklara. Yol boyunca fotoğraf çektik, video çektik güldük eğlendik. Mariott otele geldik. Birlikte fotoğraf çekindik. Sıra ödemeye geldi. Bana "Bu bisikletin kirası ne kadar" diye sordu. Dedim "Haftalık 200$ a kiralanıyor". "O zaman al sana kiranın yarısı" dedi 100$ ı uzattı. Ben şoklarda tabii. Teşekkürler falan ard arda. Telefon numaramı istediler, belki tekrar bineriz diye, verdim. Vedalaştık...

Böyle anlardan sonra tekrardan bisiklet üzerinde yol almaya başladığımda, yüzümdeki gülümsemeyi fark ettiğimde hayata, insanlara daha çok şaşıyorum. Binbir çeşit insan taşıyoruz her gün, her ay. Hayatı insanları, farklı tipleri, ruhları, davranışları yaşıyoruz. Bakışımızı genişletiyoruz. Dünyayı tanıyoruz...Ve anlatıyoruz elbette. Çünkü öğrenmek bazen bir hiçtir, onu paylaşmıyorsan... Ben elimden geldiğince paylaşıyorum ve paylaşmaya devam edeceğim. Öğrendiğim kadarıyla, anladığım kadarıyla...

2 Ekim 2008 Perşembe

Bir tatil günü...

Geçen Pazartesi bizim diğer musti ile aldık bisikletleri attık kendimizi yollara. Amaç biraz stress atmak, buraları biraz daha tanımak, biraz olsun nefes almak...

Brooklyn'nin doğusuna doğru uzandık öylece. Kocaman bir park çıktı karşımıza. Park Central Park kadar güzeldi bence.



Eh mekan büyük olunca rahat rahat bisiklet yolları da yapmışlar her yere. Ne güzel yollar baksanıza...



Bisiklet yolunda dolaşırken parkın kenarında bir oyun parkı dikkatimizi çekti. Hemen daldık tabii ki :) Ancak o da ne! Bir yılan çıktı geldi yerin içinden zor durdurdum valla :D



Manhattan'ın betonlarından sıyrılıp biraz olsun yeşillik içinde kaybolmak güzel...



Ve işte dede ve ben. Ne zamandır sizi tanıştırmak istiyordum ama bugüne kısmetmiş. İşte ilk geldiğim günlerden beri işe gidip gelmekte kullandığım bisikletim: dede. Kendisi 1990 lı yıllardan kalma yorgun bir savaşçı :D. Geçen gün üstüne iki kişi bindiğimizden dayanamadı arka lastiği gümledi. Şimdi garajda yatıyor ama en kısa zamanda sahalara geri dönecek :D

30 Eylül 2008 Salı

Gurbette bayram...

İlk kez bir Ramazan Bayramı'nı bu kadar uzaklarda, tüm yakınlarımdan ve sevdiklerimden uzakta kutluyorum. İlklere devam ediyoruz yani anlayacağınız. Elbette ülkendeki, ailenin sıcaklığı içerisindeki o güzel duyguları yaşamak mümkün değil ancak insan çevresinde o hayatı, o güzellikleri yaratmaya çalışıyor yinede.

Elbette sabah ilk iş, benden 7 saat ileride olan ülkemdeki ailemi ve yakınlarımı aradıktan sonra bayram namazını kıldık ve bizim de bayramımız böylece başlamış oldu.

Elbette burada kimse bizim bayramımızı takmıyor. Hatta öyle ki birçok insan bayram namazından sonra iş başı yapmak üzere metronun yolunu tuttu bile...

Eh biz biraz daha esnek bir hayata sahip olduğumuzdan namaz sonrası Güllüoğlu'nda bir kahvaltı yapalım dedik (!)

Evet yanlış duymadınız Güllüoğlu'nda :). Güllüoğlu Brooklyn şubesi :D. İnanmıyorsunuz mu? Buyrun fotoğraflara :)



İlk başta biraz sinirlendik Hüseyin'le gecikince bizim masanın sparişleri ama sonradan afiyetle yedik gördüğünüz gibi :)



Eh... Bizim bayramımız bu kadar işte... Birbirimizi tebrik etmek, kendimiz için birşeyler yapmak, en azından bir önemli günde kendimizi iyi hissetmek...




Son olarak, taa uzaklardan, New York sokaklarından, görüp göremediğim, konuşup konuşamadığım, ulaşıp ulaşamadığım herkesin bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Dargınların barıştığı, insanların yüzünün güldüğü, mutlu olduğu bir bayram diliyorum hepinize...