4 Nisan 2011 Pazartesi

The end...

Zaman ne kadar çabuk akıp gidiyor. Daha dün okul borçları öderken, sokaklarda müşteri kapacağız diye saldırırken, ingilizce konuşurken şimdi memleketine dönmüş, iş bulmuş hatta ayrılıp eline silah alıp askerliğini tamamlamış ve yeniden işine dönmüş biri olarak yazıyorum.

Çok çabuk geçti 1.5 yıl...Suskunum biliyorum.Son yazımdan kısa bir süre sonra okulumdaki tüm sınavlarımı başarıyla tamamladığım gün veda ettim Amerika'ya. Ardıma bile bakmadan...

İçimdeki bıkkınlık ve kaçma arzusunun kurbanı oldu bu sayfalar da. Amerika ile ilgili hiçbir şey duymak ve görmek istemiyordum :). Memleketimin,arkadaşlarımın,doğanın keyfini sürüyordum.Mutluydum, mutsuzluğa meydan bırakmıyordum.

Lakin meraklı gözler, takipçilerim, ara sıra mail yoluyla beni gururlandıran iyi dileklerini gönderen kişilere karşı kendimi sorumlu hissetmeye başladım. Bu hikayenin bir sona ihtiyacı olduğunu düşündüm iyice. Her hikayeye ait bir sonuç ve özet vardır,olmalıdır.

Elbette çok güzel bir tecrübeydi benim için. 50 küsür milletin insanıyla aynı yerde bulunmak,dünyanın kocaman bir yer olduğunu, yüzlerce yüzün ve ruhun bulunduğunu anlamak çok farklı bir deneyimdi. Zenginlik içinde yaşayanların hayatlarını da gördüm, çöp karıştıran insanlarınkini de. İnsana gerçekten müthiş bir bakış açısı kazandırıyor. İmkanınız varsa kesinlikle gidin, hiç bir söz veya yazı yaşantının yerine geçemez. Gidin ve yaşayın. Korkmayın. Kararlı olun ve inanın. Nasıl olsa başarısız olsanız bile size burada göz yaşlarıyla kucak açmak için bekleyen insanlar olacak. Deneyin,yaşayın ve büyüyün. Sonunda eğer başarmış olarak dönecek iseniz tarif edilemez bir gurur ve sevinç ile hayatınıza devam edeceksiniz. Benim gibi yıllar boyu her hatırladığınızda ne kadar güçlü olduğunuzu görecek ve yaşantınızdan kuvvet alacaksınız. "Vay bee" diyeceksiniz. Ben nelere dayandım. Nelerin üstesinden geldim. Hem de tek başıma. Hiç kimseden yardım almadan. Tüm zorlukları yendim. Parayı yendim. İnsanları yendim. Hayatın üstesinden geldim... Gerçekten çok özel bir mutluluk...

Belki gurbete gitmek üzeresiniz belki de zaten hali hazırda oradasınız. Birinde içinizde memlekete duyacağınız özlemin korkusunu, diğerinde ise özlemin ta kendisini hissediyorsunuz. Memleket..İstanbul... Ankara... İzmir yada neresiyse... ait olduğunuz yer orası. Hiç bir zaman bir new york, california veya miami değil. Bir süreliğine gözlerimizi kapatıp dinlendirmek, ara vermek ve kıymetini anlamak gerçekten güzel ama hayat türkler için burada... gerisi... rüya. Bizler ailemizin yanında, birlikte yaptığımız pikniklerle, yılbaşı tombalalarıyla, uzun eşşeklerle, doğanın güzel köşesinde, her an bize kapısını açan köylülerimizle, bol soslu bursa iskenderlerimizle, bol fıstıklı güllüoğluyla, o büyük Türkçe'mizle... yaşadık ve yaşıyoruz. Eğer bir yere ait olabilmeyi becerebilmişseniz zaten orada misafirsiniz. Eğer hiç bir yere ait olmayı becerememişseniz, yeni arkadaşlarınıza merhaba diyin. Şanslısın, çünkü kendin gibi çok insan tanıyacak onların telkinlerini dinleyecek ve senden sonrakileri de zincire eklemek için elinden geleni yapacaksın. Ama hepsi gibi içinde kıyıda köşede hep bir mutsuzluğu taşıyarak...

Ben ait olduğum yerden ayrı kalmaya daha fazla dayanamadım. Mangalda hamsi kızartıp türk sanat müziği dinlerken gülüp eğlenmeyi, arkadaşlarımla güzel Türkiye'min mis gibi ormanlarını gezmeyi, ülkeme hizmet etmeyi, baba annemin için çarşıya gitmeyi, vapurda martılara simit atmayı, her gün boğaziçi köprüsünden güzel İstanbul'u ve metrobüsün içindeki gerginlikleri izlemeyi :) , kafası gerçekten çalışan yurdum insanıyla olmayı... gerçekten çok özledim. Burada simit satsam da önemli değil. Buranın havasını solumaktan dolayı çok mutluyum.

Aynı mutluluğun sizler içinde gerçekleşmesini diliyorum. Gitmek üzere olan ve oradaki arkadaşların hepsine başarılar diliyorum. Allah yardımcınız olsun. Şans sizinle birlikte olsun...

Hoşcakalın.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Ve regulation gelir...

Pedicab aleminin en merak edilen konularından biri geçtiğimiz ay açıklığa kavuştu. Bilenler bilir. 5 yıldır süre gelen pedicab işini kontrol etmek amacıyla çıkarılan yasa mahkemelik olmuş ve yıllarca çıkarılamamıştı.

İlk etapta 360 bisiklet sayısıyla çıkartılmaya çalışıldığı için ve garaj sahiplerine 3-4 lisans verildiği için garaj sahipleri tarafından mahkemeye verilmişti. Sonradan California da ve New York dahilinde meydaha gelen bazı pedicab kazaları sonrası iyice konunun üzerine düştüler ve sonunda yasayı çıkarttılar.

Çıkan yasa sonucu pedicab sayısındaki sınırlama kaldırıldı. Yani şehirde çalışacak pedicab sayısına herhangi bir sınırlama gelmedi ancak 2 ay süre verildi. Bu süre içinde kaydını yaptıracak olan herkes kabul edildi. Ancak bu tarihten sonra (Kasım 21) artık kayıtlar kapandı ve sayı kayıt yaptıranlarla sınırlı kaldı. Yani anlayacağınız şu anda pedicab alsanızda sokakta çalıştıramaz veya çalışamazsınız.

Kayıt yaptıran tüm pedicablere özel bir yapıştırma yapıştırıldı. Tüm bisikletler sigortalandırıldı. Işık sistemi, emniyet kemeri, reflektör, fiyat listesi ve kronometre zorunlu oldu. Ayrıca çalışacak olan kişilerin pedicab lisansı çıkartmaları gerekiyor. Pedicab lisansı için herhangi bir zaman sınırı yok, istediğiniz zaman başvurabiliyorsunuz. Ancak lisansın gelme süresi 1 ila 3 hafta arasında değişiyor. Ayrıca pedicab lisansı çıkartabilmek için normal araba lisansınızın olması gerekiyor. Türk ehliyetini konsolosluktan doğruluğunu onaylatarak kullanabiliyorsunuz. Ayrıca sosyal güvenlik numarasıda gerekenler arasında.

Şu günlerde dışarıda pedicab görmek çok zor. Çünkü bir çok sürücü ya yasal olmadığından ya uğraşamadığından yada geciktiğinden lisans alamadı. Bunlardan biri de benim aslında :) Türk ehliyetim olmadığı için ve buranın ehliyetini almakta en az 1 ay süreceği için almaktan vazgeçtim.

Lafın kısası artık iş pedicab sahipleri için ve sürücüler için biraz daha meşakatli olmaya başladı. Pedicab sahipleri her yıl 1000 dolara yakın sigora ücreti ödemek durumunda. Sürücüler ise pedicab ehliyetini 4 ila 6 aylık alabiliyorlar. İlk günlerde inanılmaz ceza kesildi pedicabcilere. Polislerin bizleri sevmediği ve herkesi caydırmaya çalıştığını artık sağır sultan bile biliyor tabi. Cezalarda artık aldı başını yürüdü tabi. İhlal başına 200 dolar mahkeme istersen ve iptal edilmezse 1000 dolara kadar çıkıyor.

Ancak elbette regulation ile birlikte piyasadaki pedicab sayısı oldukça düştüğünden şu an iyi para yapıyor millet. Elbette yazın işlerin nasıl olacağı ve work and travelcıların oyunun yeni kurallarına nasıl tepki vereceği merak konusu...

15 Kasım 2009 Pazar

Hoşi Moş :)

Hafif yağmurun serpiştirdiği insanların ordan oraya koşuşturduğu yoğun,hareketli bir Manhattan gecesi...

Zaman zaman çiseleyen ve kesilen yağmur eşliğinde çalışmaya devam ediyorum. Günlerden cuma olduğundan işlerim fena gitmiyor. Gece saat 10 ve cebimde 100 dolar cıvarı bir para birikmiş durumda.6. caddeden yukarı çıkıyorum. Yolda yol çalışması var. 4 şeritlik yol ikiye düşmüş trafik ağır ilerliyor, bende aralardan yolumu bulmaya çalışıyorum. Yol kenarındaki insanları umutsuzca pedicabime davet etmeye çalışırken arkadan bir japon gelip bisikletimi tutuyor. Hemen yanında bir adam ve bir kadın daha eleman bitiyor. Önce ikisi biniyor ve tek tük ingilizcesi ile kadın otelin adını söylüyor. Baktım 3.sü yer yok bana galiba diye mahsun mahsun bakıyor. Dedim atla ya sorun değil! Altı üstü çelimsiz bir japonsun ya :)



Aldım götürdüm bunları otellerine. Beni bırakmadılar. 10 dk bekle yine geleceğiz dediler. İyi valla dedim. Böyle çalışmayı seviyorum. Paralar hazır geliyor :) Neyse, kadın gitti yukarı iki ingilizce bilmeyen sap kaldı yanımda. Bisikleti inceleyip durdular. bir ara en çelimsizi binmeye falan kalktı izin vermedim :)

Kadın üzerini değiştirmiş olarak geldi ve Manhattan'ın en pahalı yerlerinden biri olan Carnigie hall a gideceğiz dedi. Kısa sürede ulaştırdım onları. Vardığımızda 10 kişilik bir japon grubu karşıladı bizi gülerek :) Aralarından biri bizde istiyoruz dedi döndüğümüzde bize 4 pedicab getir al bizi götür dedi. Aha dedim bu gece iyiyiz valla :D.



Hemen şovların önüne gittim. Yaklaşık 18 tane pedicabci dizilmiş şovun dağılmasını bekliyordu :) Aralarından iki kişi seçtim. Üçüncüsü ev arkadaşım adaşım mustafa idi elbette. Onu arayıp saat 12 de geleceği yeri söyledim. Şovlar bittikten sonra 12 ye doğru mekana geldik ve beklemeye başladık.Bekle Allah bekle kimse çıkmadı. En sonunda en çelimsizi geldi kapıya biraz daha sabır dedi geliyoruz! Napalım dedim topu topu bir tur alıcaz ama o kadar beklemişken beklemek lazım...

Saat 1.5 a doğru çıktılar. 4 bisiklete doldurduk bunları :) "Eee" dedim "Nereye gideceksiniz?" Demez mi 5 sokak aşağıdaki striptiz kulübe gideceğiz. Öh dedim içimden o kadar saat bunun için mi bekledik. Neyse götürdük bunlar bizi bırakmadı. Bekleyin çıkacağız ve yine sizi alacağız dedi.

Kulübün önüne 4 bisikletli çektik bisikletleri başladık muhabbete :D. Arada sırada çelimsiz olan dışarı çıkıp sigara molası veriyor, kadın da sarmaş dolaş ona eşlik ediyordu. Elbette hepimiz striptiz kulüpte içeride kadın napıyor diye düşünüyorduk :D. Düşünürken adam bize 40 dolar attı yemek yememiz için. Elbette biz yemek falan yemedik 40 doları bölüştük cebe indirdik üstelik ayıp olmasın diye köşeyi dönüp sohbete orda devam ettik :D Sohbet ederken tipsiz bir zenci yaklaştı ve kadın isteyip istemediğimizi sordu :D. Diğer arkadaş gırgırına muhabbeti devam ettirdi, kimler var elinde dedi. Ne istersen abi dedi, Rus, Ukranyalı, Dominikli, Afrikalı homoseksüel bile var dedi :D. Koptuk orda zaten. 1 saati 130 dolar dedi herşey dahil :D. Biz tabi yol verdik adama gönderdik muhabbete devam ettik. Baktık bir süre sonra gene geldi :D 100 dolara düştü 5 dk sonra gene geldi 70 e düştü. Biraz daha beklesek bedavaya indirecekti herhalde :D



Elbette biz işimize döndük. Adamlar gece 4 gibi(!) çıktılar. Artık kulüp kapanıyordu ondan yani yoksa sıkıldıklarından değil :D. Hepsi içmiş tabi biraz, hafif kaymış gözler belli. İçinden biri demez mi biz özgürlük heykeline gitmek istiyoruz diye! 4 pedicabci birbirimize baktık. Çünkü bu yapılabilecek en uzun yollardan biriydi. Taa downtown nunda aşağında deniz kıyısına kadar inecektik. İsmail Abi gidelim anasını satim dedi doluşturduk bunları başladık sürmeye :D.

Times Square'in ortasındayız. Saat 4.5. 3-5 polisten başka kimse yok ama sokağın ortasında 4 pedicabci :D. Times Square in hiç alışık olmadığı bir manzara :D. Yollar bomboş istediğimiz gibi sürüyoruz. Arada sırada kırmızı ışıklarda birbirimizin etrafında daireler çiziyoruz, birbirimizin üstüne doğru sürüyoruz, onlarda çığlıkları ile kahkahaları ile bize eşlik ediyorlar :)

Yaklaşık 45 dakika sonra varıyoruz özgürlüğe. Çelimsiz herif ile kadın bisikletten inmiyorlar bile. Fotoğraf bile çekmediler. 5 dk sonra hadi dönelim yeter dediler. Hey allah'ım dedim ya bunun için mi geldik onca yolu :)

Şansa bak ki ben patron ve metresini almışım. diğerleri onun şirketindeki çalışanlarmış. Bunların helikopter gezileri ayarlayan bir firması varmış japonya da ve buraya tatile gelmişler. Patronda ingilizce sıfır. Kadın söylüyor herşeyi ve kadın neredeyse hepimize yavşıyordu :) Bizim ise bir tepkimiz olmuyordu çünkü patronun yanındaki kadın yani sonuçta :D henüz paramızı almadık adamı dellendirmenin bir anlamı yoktu yani :D



Neyse dönüşe başladık. Sahil kenarındaki bisiklet yolundan dönelim dedik. Hepimiz hem fikirdik çünkü o yol dümdüzdü ve trafik ışığı yoktu. Ancak İsmail abi tüm ısrarlara rağmen bizi bisiklet yolunda erken sokunca olan oldu :D. Bir süre sonra karşımıza yolun ortasına dikilmiş direkler çıktı ve pedicabler bu direklerin arasından geçmedi :D. Ben bir teknik kullanarak birinden geçtim ancak onlar geçemedi :D. Arkamı döndüm baktım ki tüm müşteriler pedicabten inmiş 90 kiloluk pedicabi müşterilerle kucaklamışlar direklerin üstünden atlatıyorlar :D. Beni aldı bir gülme :D..

Sen misin gülen az gittik bir direk dizisi daha çıktı karşımıza ve bu sefer bende geçemedim :D. Patron ve metresi indi kucakladık pedicabi birlikte atlattık direğin üstünden :D. Çok komik bir andı :D

Saat artık 6 cıvarıydı. Diğer elemanların pili bitmiş yavaş yavaş geliyorlardı. Adamlarında pek hali kalmamıştı zaten hepsi bisikletin üzerinde kafalar sağa sola yatık sızmışlardı :D. Biz ise gün ağırırken hala pedal çeviriyorduk. Sonunda saat 7 gibi otele vardık. Ve beklenen an :D : How much? :D

İsmail abi hemen çıkarttı fiş makbuzunu ve 1350 dolarlık bir fiş kesti :D. Adam bunu görünce şok oldu tabi :D. Çok fazla falan filan dedi biz bunu ödeyemediz falan dedi. Diğerleride bu sırada ceplerinde ne kadar para varsa çıkarttılar :D. Patron 300 dolar attı, yanındaki kadın 500 dolar cıvarı attı. Diğerlerinden pek birşey çıkmadı ve toplamda 900 küsür dolar çıktı ancak... Napalım bunada şükür diyerekten ayrıldık yanlarından :) Çok uzun bir geceydi bizim için ama çok eğlendik onlarla doğrusu. Hiç çalışıyor gibi değildik. Güldük, muhabbet ettik, eğlendik. Bir maceraydı bizim için. Dönüşte garajda yattık :D Ertesi gün dolu ceple eve giderken ki gülümseme tüm yorgunluğu almıştı doğrusu...

5 Kasım 2009 Perşembe

Bir cadılar bayramı daha...

Merhaba dostlarım. Hayat umduğumuz gibi gitmiyor her zaman. Demiştim ki, artık kendime ve hayata daha çok vaktim olacak ancak öyle olmadı. Şu sıralar bisikletimi sattığımdan bisiklet garajında kendime iş edindim. Garajı sabahları ben açıyorum ve bisiklet tamiri gelirse yapıyorum. Şu sıralar pedicab için regulation geldiği için herkes tamir peşinde. Elbette regulation hakkında da bilgileri vereceğim. Elbette vakit bulabilirsem. Ancak artık birikmiş hikayeleri sıralamanın vakti geldi. En güncelinden başlayalım...

Geçen hafta sonu bir cadılar bayramını daha geride bıraktık. Sağolsun meteoroloji o gece yağmur yağacak diye bas bas bağırdığı için geçen seneki kalabalığın yarısı bile yoktu diyebilirim. Elbette krizin şuyun buyunda etkisi var tabii ancak bu kadar olmamalıydı.



O gün yine garajı açmıştım ve garajın biiskletleri oldukça yoruyordu beni. Lastik tamiri şu bu hem vakit alıyor hemde yoruyordu. Üstelik daha akşama çıkacağım bisikletim hazır değildi. Garajda uygun bir bisiklet ayarlamak vakit aldı biraz. Aynı benim bisikletin ayarında bir bisiklet hazırladım ancak yağmurdan korunmak için örtüsü yoktu. Aslında vardı da fermuarları bozuktu, uymuyordu.

Öyle başladım işe. Henüz yağmur falan yoktu, hoş tüm gece boyunca çiselemenin ötesine geçmedi ya! Neyse...



Şovlardan ordan burdan topladım biraz. Çok abartmıyor gücümü akşama saklamaya çalışıyordum. Ünlü restorant tavern on the green e bir yorcu götürmüştüm. Baktım bi yarın ki maratonda yarışacaklar için eğlence düzenlemişler ve konser bitmiş çıkıyorlar. Hoş benim gözüm çıkanlarda değil çıkışta eşantiyon dağıttıkları dondurmadaydı. Çıkanlar sırayla bir bir alıyorlardı. E bende bakacak değildim herhalde aradan kaynağımı yapım ve bir tane kaptım :D. Dondurmayı afiyetle yerken iki fransız yaklaştı ve otele gitmek istedi. Dondurmayı bitirmem konusunda ısrar ettiler. Onlarda yiyordu bir yandan. Hem yiyip hem ayak üstü sohbet ediyorduk :) Güzel bir gezinin sonunda arada bir havaii fişek gösterisine de şahit olarak onları otellerine bıraktım.

Biraz daha Times meydanında oyalandıktan sonra akşam şovları da geçince artık downtown a asıl işe başlamanın vaktinin geldiğini düşündüm ve saldım aşağı. Karşılaştığım manzara geçen yılkinden oldukça sönüktü. Geçen yıl tüm trafik kitlenmişken bu sene rahat akıyordu en azından. Öyle aman aman bir insan kalabalığıda yoktu. Kısa bir kaç müşteri alarak başladım. Artık herkes akıllanmış baştan fiyatlar soruluyor :)



Gecenin en güzel turunu anlatakmak istiyorum sadece. Saat gecenin 4ü. 3. caddede müşteri kapmaya çalışırken 3 tane yarı çıplak kafası, peruklu manyak yanıma yaklaşıp 34. sokağa kaça gidersin dedi. 30-40 falan birşeyler verirsiniz dedim atladılar. Çok neşeli ve kıpır kıpır bir üçlüydü. Trafiğin tıkandığı yerlerde hep bir ağızdan korna taklidi yapıp bana yolu açıyorlardı :). Arta kalan zamanlarda da biz senin radyon olacağız diyip sürekli şarkı söylüyorlardı. "Yellow submarine" adlı şarkıyla başladık. Sözleri kolaydı. İkinci tekrarda bende eşlik etmeye başladım. Tabii yoldan gelip geçenler rahat durur mu? Her yavaşladığımız yerde başka birisi ile düet yaptık. İkinci şarkımız "Everything my heart desires" oldu. Yine bir kırmızı ışıkta durmuşken taksi bekleyen güzel bir kız ile düete girdik bu sefer. 4 hıyar kıza ilan-ı aşk eder gibi söylüyorduk şarkıyı ve kız da aralarda yanıt gibi şarkıya eşlik ediyordu. Başka bir kırmızı ışıkta ise 3 kafadar yolun kenarında binanın kapısının önüne oturmuş 4 kıza takıldı. İstek alıyoruz ne dinlemek istersiniz diye sordu beyaz bonus kafalı. Kızlar kendi aralarında gülüşerek düşündüler ve "Wonderwall" dediler. Hep bir ağızdan söylemeye başladık." Today is gonna be day that they're gonna throw it back to you..." :)



Yokuşun sonlarına geldiğimizde artık ben bitmiş bir halde kenara yanaşırken onlarda şarkılarını güzel bir şekilde sona erdirdiler. Teşekkür ettiler bende gülümseyerek yine beklerim dedim :) Güzel ve neşeli bir yolculuktu...

6 Ekim 2009 Salı

Ekmek teknesine veda...

Biliyorum uzun zaman oldu. Elbette bu zaman zarfı içinde çok şey oldu. Bunlardan benim için en önemlilerinden biri pedicabimden ayrılmam oldu. Evet, yaklaşık 1.5 yıldır kullandığım, benim burda ayakta kalmamı sağlayan, beni okutan, yaşatan, gün boyu derdimi dinleyen, yağlı müşterilerden sonra sevincimi paylaşan ekmek teknesi artık yok.




Malum artık hikayenin sonuna geliyoruz yavaş yavaş. Okulun son dönemindeyim ve Aralık 21 itibariyle okulum bitecek inşallah ( kalmazsam :)). Başarılı bir yaz döneminden sonra şimdi kış dönemindeyim. Bu dönem yalnızca 1 gün okula gidiyorum. Okula gittiğim ders harici diğer derslerimden biri proje ve diğeride internetten verilen bir ders. Bu internetten aldığım ders yalnızca bana açıldı. Çünkü açıklanan kış programında neredeyse tüm dersler benim aldığım derslerdi ve açılmayan bir ders yüzünden mezun olamayacaktım. Alttan girdim üstten çıktım sonunda ek dersi de almayı başardım. Yani mezun olmamda artık bir engel kalmadı. Bisikletimi sattığım için artık okula da borcum kalmadı. Anlayacağınız 1.5 yıl sonra ilk kez kendime çalışıyorum. İlk kez artıdayım. Kapanmayacak gibi görünen dağ gibi borçlar bir bir kapandı ve ilk kez kendime birşeyler almaya başladım :)



Üstümden büyük bir yük kalktı sonunda. Rahatladım ve uzun zamandır almak istediğim şeylere odaklandım. İlk işim zarar görmüş bisikletimi tamir ettirmek ve fotoğraf makineme bir lens almak oldu. Yeni oyuncaklar almak bana yeni heyecanlar katıyor. Hayallerime ulaştıkça mutlu oluyorum...




Şimdi tek yapmam gereken Aralık ayının sonuna kadar kendimi geçindirmek, bol bol okumak, araştırmak ve öğrenmek. Sayılı zamanın çabuk geçeceğini biliyorum. Hikayenin sonlarına yaklaşıyoruz dostlarım. Umarım güzel bir son ile bitirip yeniden aranıza katılacağım. Hepinizi ayrı ayrı çok özledim. Beni seven sevmeyen herkese selam olsun...

21 Eylül 2009 Pazartesi

Kayıp 1 ay

Hatırlamak istemediğim bir ay geçirdim. O yüzden bu sessizliğim. Bu günleri yeniden hatırlamak istemiyorum. Geçsin gitsin unutulsun istiyorum.

İnsanların hayatında bazen böyle dönemler oluyor. Hani şu en ufak ayrıntısına kadar herşeyin çok kötü gittiği zamanlar. Önce moralini alt üst eden derin bir olay ile başlıyor herşey, ondan sonra bu ruh halinden çıkayım diye bir umutla güzel birşeyler olmasını beklerken en ufak detaylarda bile kaybettiğini fark ettikçe daha da kötüye gidiyorsun... Tüm yaşama sevincin elinden kayıp gidiyor, hiç birşey yapmak istemiyorsun, içine kapanıyorsun...

Aslında bu dönem benim için henüz bitmiş değil ama ömür boyu böyle suskunda kalamam. Beni takip eden, merak eden dostlarım var, hiç yoksa bu günlüğe olan bir sorumluluğum var. Ancak yine de o günlerden bahsetmeyeceğim. Burada genel olarak güzel hatırlarım toplansın istiyorum... Onları hatırlamak istiyorum.

Yine yazacağım elbet. Hikayenin sonuna yaklaşırken buraların boş kalmasını istemiyorum. Ancak ne zaman yazarım... bilmiyorum...

16 Ağustos 2009 Pazar

Uyu yavrum uyu !

Sıradan bir Broadway akşamı. Şovlar dağıldı evli evine, zengini oteline dönmeye başladı :). Atılan ikinci-üçüncü turdan sonra artık Times meydanındaki kalabalık azalmaya başladı. Son demler yani anlayacağınız...

Saat gece 11.30 cıvarı Little Marmaid adlı şovun önünden geçiyordum. Üstlerinde salaş t-shirt bulunan sanki gündelik ev kıyafetleriyle dolaşan bir çift, tıkanmış trafiğin içinde iki arabanın arasından geçerken bana el kaldırdı. Bende tabi zınk diye arabaların arasından yanlarına kadar uzandım.

Baktım bir anne,baba ve babanın kucağında 1 yaşında bir çocuk. Anne "Gezdir bizi kafana göre" dedi. "Şöyle bir yarım saat dolaşalım şu velet uyuyana kadar..."

İşin rengi az sonra ortaya çıkmıştı. Otel odalarında uyumaya hazırlanan çift bir türlü uyumak istemeyen, huysuzlanan ve bağırıp çağıran çocuklarına yenik düşmüş ve kendilerini o halde otelden dışarı bırakmışlardı.

İyi ama bu gürültüde, bu ışık yoğunluğunda ve trafikte ben onu nasıl uyutacaktım? :)

Elbette onlara böyle demedim :) "Oturun,oturun temiz hava,hafif rüzgar ve ışıklar onu hemen uykuya daldırır" dedim :). Başladık dolaşmaya. Aksilik o ya ben inadına sessizlik aradıkça ara sokaklara daldıkça aksine gürültü ve patırtı ile karşılaştım. Sessiz ve karanlık diye daldığım her sokakta bir kazı çalışması vardı. "Bam,bam,bam" "Kim,küm,küm" beni bile uyutmayacak seviyede gürültü ile karşılaşıyorduk. Ben yine de tüm dikkatimi göstererek, yavaş yavaş, sakince yola devam ediyordum. Hatta bazen pedicab in de müzik sistemi olan ve son ses açmış gelen sürücüleri bile uyarıp ses kıstırıyordum. Çocuk arada bir gözlerini kapıyor uykuya gidip gelmek arasında dolanıp duruyordu. En sonunda uyudu. Anne "hadi dönelim" dedi. Mecbur Times meydanından geçtik. gürültü,patırtı,kornalar gırla... En son tam otelin köşesine gelmişken yolun sol tarafında kalmıştım yavaş gitmekten ve sağa doğru dönmem gerekiyordu. En güvenli şekilde olsun istediğimden yola atlamadım ve kavşağın kenarında durdum ve kırmızı ışığın yanmasını bekledim. O sırada polis demesin mi "Sen ne yapmaya çalışıyorsun, yürüsene" diye. Daha derdimi anlatamadan bir sürü zılgıt yedim üstüne :) Olayı germemek için "tamam tamam gidiyorum" desem de tam ilerlerken söylediği bir şey beni sinirlendirdi ; " Arkanda ufacık bebek var dikkat etsene!"... Ben sanki yarım saattir başka bir şey için didiniyorum...

Neyse sağ salim geldik yeniden başladığımız yere. Çocuk çoktan hayaller aleminde. Dikkatli bir şekilde indirdim onları ve onca gürültüyü alaya alarak kısık bir sesle aman çocuk uyanmasın havalarında " iyi geceler" dedim :)

Bunca işin gücün arasında bir çocuk uyutmadığımız eksikti :) O da oldu. Artık bakıcılıkta da deneyimim var diyebilirim :)

13 Ağustos 2009 Perşembe

Niagara Falls

Yaklaşık 1.5 yıldır buralardayız ancak doğru düzgün bir yerleri gezememekten hep şikayetçiydik. Bu durumu biraz değiştirelim istedik ve bizim patronun Kanada'ya dönüyor olmasını fırsat bilerek hem ona eşlik edelim hem de Amerika - Kanada sınırındaki meşhur niagara şelalesini ziyaret edelim istedik.

Pazartesi günü herkesin boş günü olması vesilesiyle ve işlerin genelde durgun olmasını fırsat bilerek bir de güzel araba kiralayıp düştük yollara. Aklımızda ufak bir araba kiralayıp işi ucuza getirmek vardı ancak kiralanan araba garajımızın önüne gelince hem güzelliğine şaşırdık hem de fiyatına :)

işte kiraladığımız araba Toyota Highlander v6 marka jip.



Yol boyunca nerdeyse herkes arabayı sürdü diyebilirim. Ehliyetim olmadığından ben arabayı park kapsamı dahilinde sürdüm ama yine de sürdüm :) Bu güzel arabanın sürücü koltuğuna oturmadan gitmek olmazdı :)



Yolculuğumuz sabahın 7 sinde başladı. Aslında daha erken çıkmayı düşünüyorduk ama uyanamadık :) Yolun 6 saat süreceği söyleniyordu ama her istasyonda durup birşeyler atıştırdığımızdan, sürücü değiştirdiğimizden ve çöle düşmüş fakirler gibi durmadan benzin içen arabamızı doyurduğumuzdan 9 saatte zor gittiğimizi söyleyebilirim :)

Keyifli bir yolculuk oldu yinede. Sohbet muhabbet yol aldık. Bu arada Serhat Bufallo'nun yakınlarında Darien Lake adlı eğlence parkında çalışan arkadaşlarının olduğunu söyledi. Biz de niagara ya gitmeden önce oraya uğrayalım dedik.

Vardığımızda akşam üstü olmuştu bile. Serhat'ın arkadaşı bize bedava giriş bileti ayarladı ve içeride ne var ne yok ise saldırdık :) Trenler ilgi odağımızdı tabii ki. Bazı arkadaşlar henüz bu havada dönen abuk sabuk hareketler yapan trenlerin tadına bakmamıştı. Çok keyifli, bir o kadar da baş döndürücü bir aktivite oldu :)





Elbette park sadece trenlerden ibaret değil. Daha coşkulu ve tırstırıcı şeylerde vardı. Mesela aşağıda gördüğünüz alet tek kişiyi veya iki kişiyi iki direğin arasında top gibi bir yukarı bir aşağı zıplatıyordu. Bunu yapmayı gözüm yemedi açıkcası :)



Parkta iki saat kadar vakit harcadıktan sonra artık şelaleye doğru gitmemizin gerektiğinin farkına vardık ve parktan ayrıldık. Bu harcadığımız iki saatten dolayı Niagara'yı gündüz gözüyle görme imkanını bulamadık. Vardığımızda akşam 9 du ve hava henüz kararmıştı. Ancak yine de akşam da Niagara'yı izlemek güzeldi. Asıl manzara zaten Kanada tarafından gözlemleniyor. Amerika tarafından görülen kısmı biraz daha sönük diyebiliriz.



Sürekli renkleri değişen ışıklar ile donatmışlar şelalenin etrafını. Değişen her renkte manzaradan alınan keyifte değişiyordu.





İşte bu da Amerika'yı Kanada'ya bağlayan köprü. Hani yanlışlıkla girdiğinizde saatlerce sorguya tutulup vizeniz yoksa Amerika'ya geri giriş yapamayacağınız yer :D. O kadar yakın yapılmış ki yanlışlıkla geçilmeye çok müsait. Bizim arabayı park ettiğimiz yerdeki yarım duvarın arkasında polisler ve görevliler varmış o kadar yani.



Niagara'da 1 saat geçirdikten sonra yeniden düştük yollara. Çok bir vakit ayıramadık belki ama yine de güzeldi. 8 saat süren bir yolculuğun ardından 27 saat uykusuz kalmış bir halde Manhattan'a geldik ve tabiri caiz ise yığıldık :D. Hala daha uyku düzenim yerine gelmedi diyebilirim. Ancak yine de değerdi diyorum :) Belki de bir daha görmek nasip olmayacaktı...

14 Temmuz 2009 Salı

Ege Aydan ile Broadway'de sohbet

Pazartesi günü yüzümde uzun süren bir gülümseme yaratan bir olay oldu. Okula gitmek üzere garajdan çıkmış yürüyordum. Genelde ya bisikletle giderim okula veya subwayi kullanırım. Ancak bugün erken çıkmıştım ve havada çok güzel olduğundan okula kadar Broadway den yürüyeyim dedim. Times Square'i geçmiş aşağı doğru yürürken yol ortasına konulmuş masalarda oturan bir aile gözüme takıldı. Yaprak dökümü'nden tanıdığımız veya Asmalı konak'tan hatırladığımız Ege Aydan eşi ve oğluyla birlikte oturuyordu...



Selam vermeden geçemedim. Hiç şaşırmadı yanıtladı, sanki daha önceden tanışıyormuşuz gibi nereye böyle dedi. Okula gittiğimi söyledim ve okuldan bahsettim. Sonra New York'tan konuştuk falan derken bir anda sandalyede oturuyorken buldum kendimi. 45 dakika kadar sohbet ettik. 4 Temmuz faaliyetlerinden, müzelere, Türkiye'den bilgisayar oyunlarına kadar konuştuk :) Benim için çok güzel bir 45 dakikaydı. Onların yanından ayrıldıktan sonra yüzüme yerleşen tatlı gülümseme gün boyu gitmedi.

Birlikte bir fotoğraf da çektik ama onların makinesi ile. Hazırlıksız yakalandım :) Blogumun adresini aldılar fotoğrafı göndereceklerini söylediler. Eğer gerçekleşirse bu yazıya seve seve ekleyeceğim.

10 Temmuz 2009 Cuma

Kıvırcık 25 yaşında !

Dün New York'taki ikinci doğum günümdü. Uzaklarda doğum günü kutlamak ayrı bir duygu elbette. Kendi ülkende ailenin yanında olduğu gibi değil. Bu açıdan yozlaşmış hissediyorsun kendini. Tıpkı bayram günlerinin, kandillerin burada sıradan bir gün olarak yaşandığı zamanlar gibi.

İşin kötüsü zaman geçtikçe sende ayak uydurmaya başlıyorsun bu yozlaşmaya. Bir parçası oluyorsun. Kendi doğum günün sıradan bir günden farksız geliyor sana. Ama iyi ki uzaklarda olsak bile hatırlayan kutlayan dostlarım, arkadaşlarım var. Onlar hissettiriyor işte yeniden o güzel günü. Anlamlandırıyor. İnsanın hatırlanması ve değer görmesi gerçekten güzel. Hediye falan beklemiyoruz tabii kimseden. Uzaklardaysan, yalnızsan zaten en büyük hediye hatırlanmak, içinde güzel duyguyu hissetmek. Bir nevi ruhunda yaşıyorsun doğum gününü...

Bende 23.59 itibari ile bir pasta koydum gönül masamın başına ve sandalyeme kuruldum bekledim zifiri karanlığın tam ortasında. Her gelen mesaj, her gelen tebrik önce kendi mumunu koydu pastanın üzerine, kutlayan çekti sandalyesini oturdu masanın başına benimle. Bir kişi daha geldi sonra e-maille şenlendi masanın etrafı, aydınlanmaya başladı odanın etrafı, insanların suratı. Biri daha... işte biri daha...

İki kelime ile "kutlu olsun" dilekleriyle gülümsedi yüzüm, şenlendi doğum günüm. Biz o gönül masasında birlikte kutladık doğum günümü. Birbirimize gülümseyerek, şarkılar söyleyerek, dostluğumuzu biraz daha pekiştirerek...

İnanıyorum ki bir gün yeniden gönlümüzde kurduğumuz bu sofrayı bazen bir deniz kenarına, bazen bir yer sofrasına bazen de özel bir mekana yeniden kuracağız...

Doğum günümü kutlayan herkese çok teşekkür ederim.

Benim için vakit ayırıp, bir şeyler hazırlayan özel insana ayrıca teşekkür ederim.

Sağolun...

Var olun...

5 Temmuz 2009 Pazar

4th of July

Dün bizim için oldukça yoğun bir gün oldu. Amerika'nın özgürlüğünü kutladık. Yani kutladılar :) Aslında tatil ilan edildiğinden dolayı sabahında Manhattan sokaklarında yeller esiyordu. Bizde tatil şimdi oh ne güzel herkes dışarı çıkar taşırız diye bir umut sabah 9 da işe koyulmuştuk. Elbette hayal kırıklığı oldu sabah az insan olunca.




Belliydi ki herkes enerjisini akşama saklıyor. "Akşamın özelliği ne?" derseniz hemen açıklayayım. Buraların ünlü alışveriş mağzası "Macy's" 4 Temmuz şerefine her yıl 26 dakika süren havai fişek gösterisi düzenliyor. Yüzlerce havai fişeğin dakikalarca gökyüzünü aydınlattığı bu görsel şöleni izlemek için binlerce insan akşam 9 da nehir kenarına toplanıyor.

Bu yıl geçen senenin aksine Hudson River'da yapıldı gösteri. Hudson River'ı haberleri takip edenler bilir. Hani şu uçağın başarıyla suyun üzerine düştüğü ve kimsenin ölmediği kaza. Elbette orada olması bizim içinde iyi oldu çünkü daha yakındı.



Tabii ki akşam nehire doğru yönelen binlerce insandan bir kaçtanesini taşıma şerefine nail olduk. Akın akın yürüyerek yetişmeye çalışanlara yardımcı olduk. 34. ve 42. sokaklarda bir ileri bir geri mekik dokuduk. Ben 3 sefer yapabildim. 3. den sonra nehir kenarında kalıp gösteriyi izlemeyi tercih ettim. Gerçekten çok güzeldi. Yüzlercesi büyük bir gürültü ile ard arda patladı... Tüm sevgililer sevdikleriyle birlikte bu görsel şölenin altında renklerin güzelliğinin tadını çıkarttı...

26 dakika süren gösterinin ardından yeniden iş başındayız. Daha bitime 4 dakika kala bir müşteri kaptım. Yol boyunca ışıkları izleyerek Times'a bıraktım onları. Bu sefer 42. sokağın sonuna indim tam gösteri bittiğinde. Hata yaptığımı anlamam biraz geç oldu. Çünkü yüzlerce insan bir anda Times'a doğru yürümeye başlayınca insan selinin içerisinde tam 15 dakika mahsur kaldım. 5 metrelik bir mesafeyi 20 dakika sonunda aşarak insan selinin dışına çıktım ve çıktığım anda da müşteriyi kaptım. O da benim son müşterim oldu çünkü baya uzağa bir yere gittik. Beni baya yordu. Her iki sokakta bir insan geçidi yüzünden bir müddet beklemek zorunda kalıyorduk zaten. Bu yüzden çok vakit kaybı oluyordu. Geri dönmenin ve başka birşeyler daha yakalamanın zor olduğunun farkındaydım. Fazla üstelemedim o yüzden...




Yılın ilk büyük kalabalığıydı diyebilirim. Bu şehri kalabalık görmek güzel. Bu şehir insanlarla güzel. Coşkulu, hareketli, bereketli bir geceydi doğrusu :) Bakalım sıradaki ne zaman..

27 Haziran 2009 Cumartesi

Sevmiyorum kardeşim!

Bu satırları yazmaya başladığım şu an bir kulağımda incecik tiz sesiyle kulak zarımı zorlayan bir maktap sesi ve diğer kulağımda ise; bir zenciyi tüm mahalleye duyurmaya çalışan bir araba teybi var.

Bu şehir sinir kat sayılarımı zorluyor... Gürültüsüyle, karışıklılığıyla, insanlarıyla, saçma sapan kurallarıyla...

Dün bir kez daha nefret ettim burada olmaktan. Buranın tüm insanlarından, herşeyden...

Aslında her şey geçen pazar günü başladı. Yağmurlu bir günün sabahında New York'un kuzeyinde bir ormanda bisiklet yarışına gidecektik. Aslında benim gitmeye pek niyetim yoktu. İçimden gitmek gelmiyordu. Cumartesi gecesi geç saatlere kadar pedallamış, çalışmıştım ve hava da yağmurluydu. Ancak bizim patron ve ev arkadaşım Ozan, gidebilmem için bana desteklerini esirgemediler. Patron arabayı alın dedi, Ozan ben kullanırım dedi, bana da "Peki" demek kaldı...

Sabah yola çıktık. Ozan'ın araba sürüşü her ne kadar beni tedirgin etse de yine de ona güveniyordum. Ne kadar tecrübeli olduğunu bilmiyordum ama yine de benden iyi kullandığı kesindi. Bir yere gideceksek ancak iki kişi gidebiliyorduk çünkü Ozan yolların hiçbirini bilmiyordu, ben ise tüm virajları ve ne kadar keskin olduklarnı biliyordum ve ona söylüyordum.

Brooklyn'i Manhattan'a bağlayan köprüye çıkarken oldukça sert bir viraja biraz hızlı girdik ama virajı aldık. Devam ettik ve köprüyü geçtik. Manhattan'a giriş yokuş aşağı ve yolun sonunda oldukça kavisli bir viraj ve tam ortasında ışıklar var. Ozan'a bunu söyledim, yavaşla dedim, bir daha dedim, bir daha dedim ama artık çok geçti. Çoktan viraja gelmiştik bile. Sanırım hızımız 50 falandı. Tabelalar ise 20 hız limiti gösteriyordu. Ozan virajın içindeki kırmızı ışıktaki arabaları görünce "H.sstr" dedi. Bende artık uyarmayı bıraktım ve sadece izlemeye başladım. Önce yandaki beton bloklara sol tekeri bir güzel gömdük. Beton bloklar bizi yeniden yola tepti. Hala durabilmiş değildik ve o hızla birlikte kırmızı ışıkta duran arabaya arkadan girdik.

Kısacası; sağlam bir trafik kazası yaptık. Bizim arabanın sol jant gitti, ön tampon düştü. Öndeki arabanın da arka tamponu düştü. Kenara çektik, ilk olarak adamın tamponu ile ilgilendik. Adam polis çağırıp zabıt tutturacam diye tutturdu. Bizde tamponu yerine oturtacağız diye tutturduk. Alttan bastırdık üstten çektik falan temponu yerine yamuk yumukta olsa oturtturduk adamı gönderdik...

Sonra kendi arabamıza baktık, düşen tamponu yerine oturtmaya çalıştık, janta baktık. Sonra ara yollardan çok yavaş bir şekilde arabayı eve geri getirdik. Kısacası yarış macerası başlamadan bitmiş oldu...Üstünde de 650 dolarlık araba hasarı...Kazanın şokunu mu düşün... çıkan masrafı mı...

Bunun üzerine geçtiğimiz günlerde bir de bisiklet kazası eklendi. Times meydanı'nda müşteri kovalarken ara sokakların birinde bir arabanın yanından geçerken adamın biri arka kapıyı açmak suretiyle çamurluğumu dağıttı. Üstüne arabadan inerek benden para istedi ve kavga ettik. Sonuçta ne oldu, ben kalkan sinirlerimle ve kırılmış çamurluğumla kala kaldım...

O da yetmezmiş gibi dün, metro istasyonunda yarış bisikletimi sürdüğüm için aldığım trafik cezası için mahkemeye gittim. Sırf istasyonda bisikletin selesine oturduğum için yediğim bu ticket için 2.5 saat salonda bekledim. Sonunda bari güzel bir sonuç çıksaydı... Çıkmadı... 25$ da onlar geçirdi...

Ekleyin, ekleyin... Yolda yürürken kafaya damlayan klima sularını, kendini trafiğin kralı sanan, insanların üstüne üstüne süren otobüs şoförleri, pislik içinde metro istasyonları, istasyonlarda çöp kutusuna işeyen evsizler, her tarafta dolaşan fareler, metronun içinde yatanlar, metroda giderken sırf ayağını ısıtıcının üstüne koydun diye ceza yazan polisler, bitmek bilmeyen araba gürültüsünü vesaire onları da ekleyin...

Sevmiyorum kardeşim! Ne burayı, ne insanlarını, ne yaşamlarını hiç birşeylerini sevmiyorum. Buraya gelmek için can atanları da anlamıyorum. Yaşanacak yer değil. Hayatın tüm zorluğunun üzerine sanki hayatı inadına zorlaştırmak için kurmuşlar böyle bir düzeni...

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de çevrendeki insanlar üzüyorlar seni. Kimisi kayboluyor, kimisi halini bilmeden birşeyler yazıyor, kimisi bilmeden de olsa kalbini kırıyor, kimi de hiç umursamıyor...

Zor hakikaten yaşamak zor...

Az önce bir yerde okudum " senin için ölürüm ben! " yazıyordu sanki çok zor birşeymiş gibi. Sıkıysa yaşasın bakalım. Bence yaşamak ölmekten çok daha zor...

22 Haziran 2009 Pazartesi

1 Yılın ardından...

21 Haziran 2008 bu hikayenin başladığı gündü. Üstünden tam 1 yıl geçti. Bazen zorluklarla, bazen gülerek çoğu zamanda yoğun bir tempoda ordan oraya koşuşturacak geçti...

İnsan arada bir belli aralıklarla hayatına dönüp bakmalı. Neredeydim, nereye geldim ve nereye gideceğim demeli. Her baktığında kendini bir adım ilerlemiş olarak görebiliyorsa ne mutlu... Eğer göremiyorsa bilmelidir ki bugün düşünmek için güzel bir gün. Bu açıdan benim için bu bakışlar önemlidir.

Son 1 yılıma baktığımda her ne kadar cebimde 3-5 kuruş ve elimde satın aldığım hiç bir şey olmasa da burada yaşadıklarım, eğitimime yaptığım yatırım ve bu macera sayesinde bir adım daha ileride olduğumu düşünüyorum. Bunların dışında kendi başıma verdiğim yaşam mücadelesi içinde ayrıca büyüdüğümü ve güçlendiğimi de hissediyorum. Her savaştan daha bir güçlü çıkıyor insan. Öldürmüyorsa... Güçlendiriyor. Çekilen sıkıntı ne kadar büyük ise o kadar güçleniyorsun. Zaman zaman ortaya çıkabilecek tüm zorluklara cesurca koşabilme cesaretini damarlarında hissediyorsun. Bu duyguya bayılıyorum. İnsanın kendi bilek gücüyle, yaşayarak, çalışarak, çabalayarak bir yerlere gelebilmesi kadar güzel bir duygu yok.

Geçen bir yıl içinde geldiğim nokta neresi derseniz; Master'ımın 3. dönemindeyim. Bu dönemi de başarıyla atlatıp kış dönemi 2 dersi tamamladım mı eğitime son noktayı koymuş olacağım. Diğer yandan o ortamın içinde bulunmanın verdiği avantaj ile ingilizcem de oldukça ilerledi sayılır. Kısacası eğitim olarak ve yabancı dil olarak 1 yıl öncesine göre bir adım ilerideyim.

Artık yılın geri kalan kısmı için tek yapmam gereken ayda 1000 dolar cıvarı kazanıp okulun borcunu tamamlamak ve mali olarak da rahatlamak. İşin zor kısmı geride kaldık diyebiliriz. Tepenin uç noktasına çıktık. Şimdi biraz düz gidip sonrada yokuş aşağı inmenin keyfini süreceğiz :) Tıpkı bisiklet gibi işte. Önce dik yokuşlara sabretmeyi bileceksin sonra yol düzleştiğinde gülümseyecek ve aşağı inmeye başladığında eğleneceksin...

Peki "Mutlu musun?" diye sorarsanız... Son bir yıl içerisinde anlık mutluluklar dışında pek yüzümün güldüğünü söyleyemem. Beni mutlu eden ne varsa kısa süre içerisinde tersine dönüyor. Kısacası New York'ta olduğu gibi benim de kışım uzun sürüyor. Yaz ise hemen gelip geçiyor...

Elbette memleket hasreti, arkadaşlara duyulan özlem var. Öte yandan burada yaşadığımız mali sıkıntılar ve biraz fazla beklentiler içinde buldunduğum insanların beni üzmesi de bunda etken elbette. Ama yaşıyoruz işte :)

Bundan sonra ne olur? diye sorarsanız. Hedefim pedicab dışında farklı bir iş bulabilmek. Kendi alanımda olursa elbette daha iyi olur ama başka birşey olursa da hayır demeyeceğim. Okulun sonunda tıpkı okula başlarken yaptığım gibi, şansımı deneyeceğim. Olursa çok iyi bir fırsat çıkarsa karşıma değerlendireceğim ve çalışacağım. Eğer ki çıkmazsa veya bazı başka nedenlerden dolayı deli gibi dönmeyi istersem hiç beklemeden döneceğim vatanıma. Şu anda çok büyük oranda dönmeyi istiyorum bu da bir gerçek...

Elbette pişman değilim burada kaldığımdan. Çok güzel günlerim oldu; pedicab maceralarım, ev arkadaşlarımla geçirdiğim güzel günler, seyahatlerim, bisiklet yarışları, başka bir ülkeyi, kültürü tanımanın güzelliği ayrı bir değer kattı bana.

Bakalım devamı ne zaman gelecek ve bu maceranın ve blogun sonu nereye bağlanacak. Yaşayıp görelim :)

NOT:
21 Haziran'da 1. yılımı kutlayan, hatırlayan ilk ve tek insana çok teşekkür ederim. Benim için ayrı bir yerin oldu, burada da senin için bir yer olsun istedim. Sağol :)

18 Haziran 2009 Perşembe

Yine okul...

1 aylık aradan sonra yaz dönemi derslerine başladık bu hafta. Yaz dönemi için 2 ders alıyorum; Strategic management of technology ve Network Security. Management dersine harika bir prof. geliyor. Adam inanılmaz bilgili ve tecrübeli. Ne yapıyorsunuz derseniz yaptığımız şey yaşanmış hikayeleri incelemek. Elbette şirket hikayeleri, kritik noktalarda alınan kararların doğruluğu veya yanlışlığı. Grafikler çıkartıyoruz analizler yapıyoruz ve tartışıyoruz. Elbette iş tecrübem olmadığı için üretkenliğim az ama ilk çalışmamdan memnun kaldı.

İkinci ders ise sonraki hafta başlayacak henüz o prof. ile tanışamadık. O ders ile birlikte haftanın ilk dört günü akşam 6-9 arası okulda kafa patlatacağız yani. Bakalım nasıl olacak. Çalışma şeklimi de değiştirdim haliyle. Artık sabahları Central Park da tur veriyorum. Elbette verecek birilerini bulabilirsek :) Parkta çalışmayı hiç sevmiyorum çünkü zamanın büyük bir bölümü müşteri bulmaya çalışmak ile geçiyor. Hoş 2 tane bulsak yetiyor bir gün için ama sabır gerektiriyor gerçekten...

Yabancı bir yerde eğitim almak, kendini geliştirmek insana daha bir güven veriyor. Özellikle öğrenmekte olduğu yabancı dil konusunda. Artık heyecanlanmadan, "ulen niye bana geliyor söz" demeden kendimi -tam olarak doğru gramer ve sözcüklerle olmasa bile- rahat ifade edebiliyorum. Belki de bu burada kazandığım en önemli özellik olacak benim için. İngilizceden korkum yok artık. Anlamakta ki sıkıntım çok büyük oranda bitti. Biraz daha konuşmaya ihtiyacım var. Ev arkadaşlarım hiç yardımcı olmuyor ama ben bununda bir yolunu bulacağım :)

Hava da düzelmedi gitti. Hala yağmurlu ve kapalı. Ancak tahminlerime göre hava düzelse de pek turist gelmeyecek. Bu domuz gribi vakaları, küresel kriz baya bir etkiledi. Bu sene pedicab işi de oldukça düşük bir kar bırakacak bence. Bakalım yaşayıp görelim...