11 Eylül 2008 Perşembe

Kısa... Kısa...

Benim ingilizcede en nefret ettiğim şey harfler ve sayılardır. Nedendir bilmem bu iki unsurda en başından beri sürekli takılıp dururum. Burada da inadına lazım oluyor. İşte sürekli olarak sokak numaraları geçiyor ve brokratik işlerde sürekli isim sorulup duruyor.

Geçen gün okuldaki kadına bu yüzden fena madara oldum :D. Öğrenci kimliğimi çıkartmak için ilgili büroya gittim. Kadın bana adımı, soyadımı sordu. Söyledim anlamadı. Lütfen spell edermisin heceler misin dedi. O an şimdiye kadar her adımı sorduklarında ya kendim yazıp verdiğim, yada pasaportumu uzatıp yazmaların istediğim için pişman oldum :D. Kadın tutturdu hecele diye. Dedim kadına bak işte burda yazıyor al yaz, yok! illa ki heceletecek. Kadın başlamasın mı, "insan kendi adını soyadını bilmez mi yahu!"..

Tabii ben heceleyene kadar tek tek baya bir zaman geçti :D. Arada birde yanlış söyledim bir tanesini kadın tam koptu :D, tekrar etti, hah ondan işte dedim :D.

Daha belki adımı spell edemiyorum ama :D derslerde iyiyim hani :D. Bildiğiniz üzere 3 ders alıyorum şu anda. Bunlardan en zevklisi ve en bilgli olduğum ders "data communications" . Bugün ikinci dersi yaptık. Profesör bugün coştu adeta. Harika bir ders anlattı. Eğitim böyle olmalı dedirtti. Kitaptaki tüm detayları bir kenara bırakarak günlük hayattan girip olayın içine bizide çekerek, elektriğin doğuşuna, sinyallerin iletimine, sinyallerde ne gibi durumlarda gürültü ortaya çıkabileceği üzerine harika örnekler verdi.

O anda okulda aldığım eğitimin güzelliğininde farkına vardım. Biz güzel bir eğitim almışız farkında olmasak bile. Profesörün anlattığı çoğu şeyi aynı tarzda olmasa bile güzel bir şekilde kazanmışız. Anlattığı çoğu şeyi zaten biliyordum. Her soru sorduğunda bende katılıp cevaplamaya çalıştım. Ancak tabii kendimi bir yere kadar ifade edebildiğimden bazı yerlerde durmak zorunda kaldım ama sorun değil önemli olan olaya hakim olabilmek...

Ve bugün Times ın ortasında iki japonu bıraktktan 2 dakika sonra bir çift bana el etti ve durdurdu. Bir kart gösterdiler, okey dedim gideriz. "How much?" diye sordular (klasik soru :D) 15$ dedim. O anda adamın eşi türkçe olarak " Ooo çok pahalı dedi" diyince şaşırdım kaldım :D. Birazcık daha ingilizce olarak "Çok güzel bir deneyim olacak, eminim çok beğeneceksiniz" diyerek muhabbeti uzattımsa da binmeden önce beklediğim soru geldi : " where are you from " :D

O anda tabii herşey ortaya çıktı anlayacağınız üzere :D. Meğer onlarda bütün gün boyunca pedicab e binmek için heveslenmişler, bir Türk'e denk gelsek de ona binsek diye sürekli bakınmışlar. Her ne kadar bu deneyimi yaşamak isteseler de bir yandan da kendilerini taşıtmaya kıyamamışlar ancak yine dayanamayıp birini ( yani beni :)) durdurmuşlar.

Yol boyunca çok güzel bir sohbet aldı yürüdü. Nasıl yürümesin ki, birisi profesör diğeri emekli lise öğretmeni olan çiftimiz gayet kibar ve bilgili.Onların oğlu da work and travel ile orlando ya gelmiş. Ancak uçak biletleri pahalı olduğu için new york da görüşememişler.

Biraz onlar, biraz ben anlattım derken geldik otele. Otelin önünde de bir güzel sohbet ettikten sonra bir de güzel fotoğraf ile kapanışı yapıp vedalaştık. İnsan kendi milletinden birini görünce bu kadar uzaklarda seviniyor doğrusu. Onlara denk geldiğim için gayet mutlu oldum :). Beni tercih ettikleri için onlara teşekkür ediyorum :)

Hiç yorum yok: